Popüler Başlıklar

REKLAM ALANI

10 Ağustos 2013

Hünermenda Kurd Ayşe Şan

Ayşen Şan
Ayşe Şan 1938'de Amed / Diyarbakır da doğmuştur.18 Aralık 1996'da İzmir'de vefat etmiştir.

Ayşe Şan'ın yanık, kor gibi, kızıl kadife gibi bir sesi vardır. Bütün Kürdistan onun sesini duymak için elinden geleni yapardı, ama kimse bilmezdi yine de Eyşê'nin nasıl çileli bir hayat yaşadığını.

Oysa onun bütün yaşamı sürgünde geçmişti. Diyarbakır'dan Antep'e, oradan İstanbul'a, Almanya'ya, Bağdat'a, Hewler'e ve en sonunda yaşamını sonlandıracağı İzmir'e. Bir çile abidesi yaşamı vardı Ayşe Şan'ın. Ölümünden sonra da üzerindeki baskı ve şiddet sona ermedi. 1996 yılında yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle İzmir'de yaşamını kaybeden Ayşe Şan'ın son isteği olan Diyarbakır'a gömülme vasiyeti de yerine getirilemedi henüz.

Bir insan için her zaman çok ağır gelecek olan hikayesi daha çocuk yaşında başlamıştı.Eyşana Kurd, Eyşe Xan, Eyşana Eliolarak ta tanınan, Qederê ve Dayikê gibi unutulmaz şarkılara da imza atan Ayşe Şan'ın hayatı, 1938 yılında Diyarbakır'da başladı. Babası da denjbêjdi ve küçük yaşta müzikle tanıştı.

Baba evinde kurulan dengbêj divanlarıyla yaşama gözlerini açan Ayşe Şan, sanat hayatına mevlitlerle, yani dini şarkılar söyleyerek başlar. Dokuz yaşında babasını yitiren Şan, çevresinin, kadınların şarkı söylemesine şiddetle karşı çıkması ve maruz kaldığı feodal baskılar nedeniyle genç yaşta Diyarbakır'dan ayrılarak Antep'in yolunu tutar. Antep'te sanat yaşamına ilk ciddi adımı atan Ayşe Şan, Kürtçenin yasak olması nedeniyle radyoda Türkçe şarkılar söylemeye başlar. İki yıl boyunca bunu sürdüren Şan, 1963 yılında sanatın merkezi olarak gördüğü İstanbul'un yolunu tutar.

İstanbul'da Kürtçe ve Türkçe konserler verir. İlk ünlenen şarkısı 'Ez Xezalım' adlı parçadır. Kısa süre sonra çıkardığı Kürtçe-Türkçe ilk kaseti, onun tüm Kürdistan'da tanınmasına yol açacaktır. Ancak Ayşe Şan'ın tanınması, onun üzerindeki baskıları azaltmaz, bilakis artırır. Kürtlere ve Kürtçe diline yönelik tehditlerin en şiddetli dönemi olan bu yıllarda baskılara daha fazla dayanamayan Şan, Türkiye'yi terk ederek Almanya ya gider. Sürgünde sanatını sürdürmeye çalışan kadın sanatçı, burada 18 aylık kızı Şahnaz'ı yitirince direndiği baskılara bir de duygu dünyasındaki büyük yıkım eklenir. Şan'ın dillere destan "Qederê" adlı parçası bu yıllarda yazılır ve söylenir. 

Ayşe Şan’ın sesiyle kulaklarımızda çınlayan ve yüreğimizde yer eden şarkılarından bazıları:
“Zerî Heyran”, “Xezal Xezal”, “Were Keçê Nav Zebeşan”, “Sallana Sallana”, “Salîho Kurmam”, “Mamo”, “Lawikê Mêtînî”, “Kirasê Te Meles e”, “Heywax Dayê”, “Hawar Bawo”, “Esmerê Were/Neyleyim”, “Delal”, “Berîvana Malxerab”, “Bawê Seyro”, “Ay Dil”,
“Ax Lê Gulê”, “Koçerê (Min Te Dîbû)”,  “Were Yadê”, “Cemîle”, “Memir Mamo”, “Hawer Delal”, “Qederê”, “Ax Lê Nazê”, “Wele Te Nastînim”, “Ximximê Torîvan”,  “Yara Min”,
“Xerîbim Dayê”, “Meyro”, “Bêmal”, “Govend Ranabê”,  “Yadê Rebenê”, “Lê Lê Ximşê”,
“Xezalê”, “Hesenîko”,  “Mamir”, “Ez Xezal i

Şan, Almanya'da geçirdiği bu dönemin ardından yeniden İstanbul'a döner. Başlangıçta iyi bir evlilik yapacak ve üç çocuk doğuracaktır ama İstanbul'daki yaşamı da hiç iyi gitmeyecektir. Üç çocuk sahibi olan Şan bu kez, Kürtçe söylediği şarkılar nedeniyle devletin baskı ve tehditleri ile karşılaşır. Bu sırada çocuklarının da kendisini yalnız bırakması üzerine 1979 yılında Bağdat'ın yolunu tutar.

Ayşe Şan'ın acı ve keder dolu yaşamı yakalandığı amansız kanser hastalığı nedeniyle 18 Aralık 1996 tarihinde İzmir'de son bulur. Doğduğu yer olan Diyarbakır'da gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen, bu isteği yerine getirilmez.

QEDERÊ “Were yar... qederê yar/ Qederê çer bikim mîna xelkê tu ji min re nebûy yar/ Te ez kirim peyayê piyadar/ Tu bûy siwarekî bi rim û mizreq/ Li ser pişta sêwîxelgê bûy siwar/ Yar yar yar qederê yar/ Lê qederê te goştê min helandî/ Lê sitûyê min li xelkê dikî xwar/ Lê qederê te ji xwe re ez kirime tucar / Tu ji min re bûyî bazar/ Te ez kirime tucarekî bilmez/ Îro ez bazara xwe nizanim kirime zirar/ Lê qederê malik şewityê/ Te ez kirime şivanekî yaqe qîrej ling bigemar/ Tuyê li dawiyê bûyê gurekî/ Siba tu birçiye hawar yar yar yar yar / Lê qederê  li çiyê/ kevir û dar li min tînî / Situyê min li xelkê dikî xwar yar yar yar/ Yar yar yar qederê yar / Lê qederê maik şewitiyê  / Tu bûy siwarekî te ezê ji xwe re kirim / Axeka xwe yê rûsar/ Te li dawiyê ez kirim qîzekî/ Heftxêrnedî bêbext û sextekar yar yar/ Lê qederê te paşî ez kirme qumarçiyekî/ Bi destê xwe nizane mala xwe dişewitîne / Bi heft salan û dilîze bi qumar / Ay lê qederê ezê nifirekî li te bikim/ Bila gunehê min bibe marekî reş ê tîremar/ Bila li sitûyê te bişide qederê bigere mêrge bi mêrge/ Yayle bi yayle li te nemîne war bi war yar yar/ Lê qederê malik şewityê wele tu tim yaxa min bernadî/ Te darê çuqûrê daye ser piyê min sêwiya xwedê/ Ji welêt derxistime malxerabê te ez gerandime war bi war yar/ Ay lê qederê wele tirsa min ji wê tirsê / Tu yaxa min bernadî heya roka vê mirinê  / Kefen û sabûn û xwendina xoce qorîna tirbê kundala sar yar yar” KADERİM “Gel yar…yar  kaderim/ Neyleyim yar herkes gibi bana da olamadın yar/ Ettin beni gezer bir piyade/ Oldun kalkanıyla mızrağıyla bir süvari/ Bindin yetim halkın sırtına yar/ Yar yar  kaderim yar/ Ah kaderim erittin beni/ Elaleme karşı büktün boynumu yar/ Ah kaderim ettin kendine beni tüccar// Oldun sen bana Pazar/ Ettin beni işini bilmez bir tüccar/ Bugün bilemiyorum kâr mıdır yoksa zarar/ Ah kaderim inşallah ocağın yanar/ Ettin beni kirli yakalı kirli ayaklı bir çoban/ Oldun sonunda bir kurt/ Yarın yine açsın ay aman aman/ Ah kaderim dağdan taş ağaç getiriyorsun bana / Elaleme karşı büktün boynumu yine yar/ Yar yar kaderim yar/ Ah kaderim inşallah ocağın yanar/ Oldun bir süvari, ettin beni kendine/ Soğuk buz gibi toprak/ Ettin beni sonunda bir kız / Yedi hayırsızettin, şanssız ve sahtekar ettin yar/ Ah kaderim sonra ettin beni bir kumarcı yar/ Bilmez ki kendi eliyle yakar ocağını yar/ Yedi yıldır oynuyor kumar/ Ah kaderim sana bir beddua edeceğim/ Kara yılan günahım olsun bir ok gibi yar/ Dolansın boynuna sıkıca, dolaşsın çayır çayır/ Yayla  yayla kalmasın bedeninde bir bucak yar / Ah kaderim ocağı yanasıca çekmezsin elini yakamdan/ Tutuşturdun elime yolculuk asamı Allahın yetimi sen/ Ettin beni vatanımdan sürdün gezdirdin beni bucak bucak yar/ Ah kaderim korkum odur ki/ Çekmezsin elini yakamdan bu ölümün gününe kadar/ Kefen, sabun, imamın duası, mezarın haykırışı ve soğuk mezar taşı yar”

Mirên Zımanê Xozayê Feqiyê Teyran

Feqiyê Teyran'ın, 1590-1660 yılları arasında yaşadığı sanılmaktadır. Kürt edebiyatında önemli bir şair, masal ve destan yazarıdır. Feqiyê Teyran; Şexê Senan, Qiseya Bersiyayî ve Qewla Hespê Reş adlı eserlerin yazarıdır. İlk Kürt düzyazı yazarlarındandır. (Ber Sîs)
Feqiyê Teyran , medrese eğitimi almış, okumuş, bilge bir kişiliktir. Onun zamanında Ortadoğuda ve Kürdistan'da dinî medreseler vardı. Bu medreselerde islamî bilgiler, dil ve edebiyat dersleri verilirdi. Feqe ismi, ilimden/talebe kelimesinden; Teyr/kuş ise "Mentiq et-Teyr" adlı eserden gelir. Bu, Ferîdeddîn Attar'ın çokça bilinen eseridir. Anlamı; "Kuşların konuşması"dır.
F.Teyran'ın Ferîdeddîn Attar ile ilişkisine bakıldığında; Teyran'ın hem düşünsel anlamda hem de şiir yazış tarzı bakımından ondan büyük oranda etkilendiğini görülür. Mevlana da Ferîdeddîn Attar'ın tasavvuf anlayışından çok etkilenmiştir. Teyran'ın da yazdığı "Şêxê Senan" adlı eseri önce Ferîdeddîn Attar kaleme almıştır.
Feqiyê Teyran, Kürt edebiyatında doğa, aşk, tasavvuf üzerine yazan önemli şairlerdendir. Halk arasında tanındığını, bilindiğini söylemek yanlış olmaz. En çok bilinen ismi Feqiyê Teyran olmakla beraber şiirlerinde; Feqê Têra, Feqîyê Gerok, Meksî, Xoce, Mîr Mihê, Mîm û Hê gibi isimler kullandığını görebiliriz. Asıl ismi Muhemmed'dir. Araştırmalar kendisinin toplumun üst kesiminden bir insan olduğunu hatta mîr olabileceğini göstermektedir. İsmini kullandığı bir bölüm;
Gul im di destê xaran
Bi ismê Muhemmed nav im.
Bilbil im di gulzaran
Ji işqê lew zerbav im.
Bütün eserleri toplanabilmiş değildir çünkü halen çoğu ya kayıptır ya da henüz gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir. Araştırmalar, Melayê Cizîrî ile yaklaşık olarak aynı dönemde yaşadıklarını göstermektedir. Bazı araştırmacılar, Melayê Cizîrî ile Feqiyê Teyran'ın birlikte şiir okuduklarını dile getirmektedir. Mehmet Emin Bozaslan'a göre Teyran ve Melayê Cizirî arasında diyalog şeklinde bir şiir de vardır. Gerçekten de Teyran'ın ürünleri arasında "Feqe û Melê" adlı bir şiir vardır. Aynı dönemde yaşadıkları için ikisinin de dönemin önemli merkezlerinden olan Cizre'deki Medresa Sor'da yetişmeleri ve orada ders vermiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. İlişkilerine dair örnek;
Selama min heqiri, sedefek divê têkin
îro li Cizîrê heq e, li Melê kin
Teyran, tabiattan etkilenmiş bir şairdir. Aşağıdaki şiirinde Divan edebiyatındaki Hüsn-ü Ta'lil sanatını kullanmıştır. Aşık, suya benzetilmiştir. Aslında su, sevgili için akmaktadır. Sevgili, suyun kenarında yetişen bir servi/selvi ağacıdır. Selvi ağacı, naz ve eda ile salına salına yürüyen sevgiliyi ifade eder. Servi ağacının kurumaması için akarsu yatağını ona doğru yönlendirir. Amaç sevgiliyi yaşatmaktır. Servi ağacının özelliği sevgili gibi ince, uzun ve narin olmasıdır. Ayrıca su, temizliğin, bereketin, arınmanın, güzelliğin ifadesidir. Su, hayatın kaynağıdır. Ab-ı hayata/hayat suyuna ulaşan beşerî anlamda sevgiliye, ilahi anlamda Allah'a ulaşmış olur. Allah'a ulaşan bilge insandır. Bilge insan ise ermiş insan demektir. Şairlerin amacı da visal yani kavuşmadır. Aslında sevgili bir anlamda da Allah'a ulaşmanın bir aracıdır. Manevi olarak Allah'a kavuşmak için dünyadan vazgeçmek gerekir. Bu da gönül ile olur. Onun bilgisiyle donanmaya çalışmak, arif olmak vasıldır. Sabır göstermek bu anlamda çok önemlidir. Şüphesiz ki aşığın devası sabırdır. Aşık/kul ancak sabır ederse bunun karşılığını alabilir. Fuzulî de Teyran'dan önce "Su Kasidesi"ni kaleme almıştır. Feqî'nin "Ey avê/Ey Su" şiirinden birkaç dize;
Ey av û av ey av û av
Ma tu bê eşq û muhbetê
Mewc û pêlan tavêy belav
Be sekne û bê rahetê

 Ji işqa kê her têy û têy
 Heta kengê her bêy û bêy
 Bo min bêjê heyranê kêy
 Da ez bizanim qissetê
 
  Lazim te mehbûbek heye
  Yan dost û metlûbek heye
  Yan meyl û mensûbek heye
  Lew bê libas û kîswetê
Sîmurg hikâyesinde de (otuz kuş) "sabırlı olmak" çok önemlidir. Allah'a ulaşmak için yedi vadinin aşılması gerekir. Bu hikâyede "kuş" bir imgedir. Bu yedi vadinin hepsinin de hedefe giderken insanı test etmek için birer adı/özelliği (talep, aşk, marifet, istiğna(gönül tokluğu), tevhid, hayret, fakr û fenâ-yokluk vadisi) vardır. Burcu Aktaş'ın cümleleri ile; "Mantıku't-Teyr'da, kuşlar hakikat yolunun yolcuları, Sîmurg ise Tanrı'nın simgesidir. Zahmetli bir yolculuğun sonunda yedi vadiden de geçip sonunda Sîmurg'a varan kuşlar, aslında Sîmurg'un kendilerinden başkası olmadığını görürler. Vahdet-i Vücud'a, varlık birliğine ulaşırlar. "Hakk'ın halkın bütünü olduğunu" idrak ederler. Dünyevî isteklerden vazgeçmek gerektiğini ifade ederler." Bütün zorlukları aşarak hedefe ulaşan kişi insan-ı kâmil olur. Yani Allah'a ulaşmış olur. Bunun için en önemli şey sabırlı olmaktır. Tüm bunlar ışığında F.Teyran'ın bu düşüncelerden etkilendiğini söylemek doğru bir yaklaşım olur.
Feqiyê Teyran'ın, insana ve Allah'a dönük bir yaklaşımı vardır. Aşk temasını birçok şiirinde işlemiştir. Duygularını gerçekçi bir şekilde ifade ettiği gibi benzetmeler ve mübalağaya da başvurduğunu söylemek gerekir. Şiirlerinde lirik ve pastoral bir tad vardır. Mehmet Uzun, Teyran'ın şairliğinin olgunluk döneminde kendine özgü, rahat, akıcı, sözlü anlatım geleneğine dayalı bir üslûp yarattığından söz eder. Ancak aşağıdaki örnekten de anlaşılacağı üzere Divan edebiyatı geleneğinden etkilenmiş olması güçlü bir ihtimaldir. Divan edebiyatındaki aşık-maşuk ilişkisi birçok şiirinde büyük oranda vardır. "Aşık-seven" hep acı çeken, "sevgilisine-maşuka" ulaşmanın yollarını arayan fakat bir türlü ulaşamayan kişidir. Sevgili, "ab-ı hayat"tır yani hayat veren sudur. Ab-ı hayattan bir yudum su içen ölümsüzleşir. Çünkü ab-ı hayat ölümsüzlük suyudur. Aşağıdaki şiirde sevgiliden bahsederken sürekli birbirini tamamlayan tezatlardan(karşıtlık-zıtlık) yararlandığını görüyoruz.
Bizan ku min yar tu yî
Dil jê birîndar tu yî
Ez kuştim yekcar tu yî
Kubkub li min yar çar tu yî
Bi dest û hem yar tu yî
Pir li min kubar tu yi
Ê b'xezeb sendî ez im
Di qeyda benda ez im
 Xweş qeda  elîa tu yî
Cama peyala tu yî
Xweş-bejn û bala tu yî
Delal di mala tu yî
Berbextê tala tu yî
Nîmetê ala tu yî.

Ê b'şewqa xala tu yî
Daîm dinalî ez im
Zar zar dikalî ez im
Harot di çalî ez im
Dûr ji wî halî ez im
Yar di xeyalî ez im
Aşık, sevgilinin aşkından her daim belengaz, mest ve sarhoştur. Aşık/bülbül, her daim gülün-sevgilinin bahçesinde öten, yalvaran, feryat eden, mum gibi yanıp kül olan, acı çeken ama bu acıdan da memnun olan kişidir. Gül, gonca gibidir henüz açmamıştır. Aşık/bülbül şakıya şakıya sonunda goncayı gül yapar.
Îro ji destê husna hebîb sergeşt û heyranim ez 
Min eşqû û muhbet bûn nesîb sewadê sergerdan im ez
Bilbil im daîm dixwînim ez yaqîn ez te bibînim 
Dîn dibim sewda dimînim serxoş û sekran im ez
Nalîna teyr û tuyûran kalîna çeng û bilûran 
Xulxulên di qesr û qusûran bilbilê xoşxan im ez
Feqiyê Teyran şiirinde, aşkın dolayısıyla sevgilinin anlatımı doğadaki benzetmelerle güçlenir. Sevgili; gerdanzer, dêmqemer, fener, nazik, reyhan, gul, quling, dîlber, kewser, bejn zirav, horî, bisk sîyah, vb. kelimelerle anlatılmıştır. Divan edebiyatında siyah saç, genellikle "ağ"a benzetilir. Ağ ise aşık için zor bir tuzaktır. Saç, şahbazdır yani avlayıcıdır.
Bêhiş kirim zulfê du reş, 
Biskê siyah, bîhnê di xweş, 
Ey duxterê, çapik bi meş, 
Wêran ezim, malim xirab. 

Bêk'êf kirim zilfê du reş, 
Biskê siyah, zilfêd qemer, 
Eşq û muhbeta min li ser, 
Wêran ezim, malim xirab.
Şiirlerinde ölüm teması hatta dünyanın gelip geçici olduğu fikri açıkça hissedilir. Nice peygamberlerin, kâmil insanların bu dünyadan gelip geçtiğini belirtir. Aşağıdaki şiirinin bir bölümünde dinî kişiliklerin/önderlerin bile bu dünyadan göçtüğünü anlatır.
Ne Adem ma û ne Aîş ma
Ne nuh ma û ne Îdrîs ma 
Ne Yûsûf ma ne Cercîs ma 

Ne Eyûbê birîndar e
Ne Yehya ma ne Salîh ma 
Ne Harûn ma ne Mûsa ma
Ne Meryam ma ne Îsa ma
Aynı şiirinde kullandığı isimlerden de anlaşılıyor ki Feqiyê Teyran, tarihî olaylardan ve tarihî kişiliklerden haberdardır. Aşağıdaki dizeleri yazan şairin iyi bir eğitim almış olması kesindir.
Ne Calis û ne Soqrat man
Ne Talis û ne Boqrat man
Ne Zulqerneyn û ne Mîr'at man
Ne Cumcum ma ne Exyar e.
 Ne Eflatun û Loqman man
 Ne Dawid û Suleyman man
 Ne Fi'rewn û ne Haman man
Doğa temasının yanısıra aşk/sevgili kavramını, divan şiirine benzer kalıplar içerisinde ele aldığını söyleyebiliriz. Onun için, sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın umutsuzluğu -ama her zaman bir umut da vardır- ile adına şiirler yazılan bir varlıktır aynı zamanda. Bazı şiirlerinde zaman zaman divan şiirinde olduğu gibi bu aşkın beşeri mi/dünyevî mi, yoksa ilahi mi olduğunu anlamak kolay değildir. Fuzulî'nin Leyla ile Mecnun'unda da bunu görebiliriz. Kimi araştırmacılara göre; bu iki aşığın(Leyla ve Mecnun) amacı Allah'a ulaşmaktır. Teyran, aşağıdaki şiirini roj-güneş üzerine yazmıştır. İmge olarak güneş gerçek olsa da bazen sevgilidir bazen Alllah'tır. Sevenin gönlü sevdiği ile olmadığında virane/yıkılmış/harap/karanlık olmuştur. Gönle sevgili gelince imar olacak, nurlanacaktır. Güneş olmazsa zerre/aşıklar ortaya çıkmaz bu nedenle güneşin doğması önemlidir. Güneş bir ayna gibidir. Tabiatı belirginleştirir. Aşığın yüzünü güldürür.
Roj hilat ava bû
Erd û ezman cikî rawestabû
Dinya bi tebyetê şên û ava bû
Hey roja sor bi rengê xewe va
Bê te hêşîn nabî gul û gîha
 Tu bilind î hergav pewazê
 Erd ji te hergav dizê
 Tu mîna pêlet agir li ezman
 Germê didî deşt û zozanan
 Tu germ dikî ser û binê
 Teva û re'vur bi te dibin xine
Tanrı kavramı ve din teması şiirlerinde önemli bir yer tutar. Allah'ı ve bir kul olarak kendisini türlü şekillerde karşılaştırır. Şiirlerinde dinî kurallar, Allah'a ve peygambere övgü, tasavvuf, inanç, vadet-ül vucüt, Allah'a ulaşmak gibi temaları çokça işlemiştir. Şiirinden bir bölüm;
 
Erşê 'ezîmê ekber e
Zînet û raza merkezî
Ew kursîya heq li ser e
Bêşems û gerdûn dibezî
Heq wahid e witr e fer e
Bê newm e baxvanê rezî

 Çerxê di nêv çerxa ez im
 Ruh û rewana min u yî
 Ez hişkedar im nariz im
 Xeml û ruhana min tu yî
 Bê te neşêm gavek bez im
 Xanim mirada min tu yî
Başka bir şiirinde ise Allah'ı adeta kişileştirir.
Ellah çi zatek ehsen e
Zêde letîf û qadir î
Mexlûq hemî nexşê te ne
Vêk ra li hemyan fekirî
Hemd sena laiq we ne
Yê erşê ezim çêkirî
Feqiyê Teyran, dil olarak sade bir kullanımı olmasına karşın Arap ve Fars edebiyatını bilen, divan edebiyatı geleneğine uzak olmayan bir şair olarak karşımıza çıkıyor. F.Teyran'ın bu yönüyle medreselerde ciddi eğitim aldığı, tarihsel olarak birçok olayın ve tarihi kişiliğin farkında olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kullandığı dilde Farsça kelimeler mevcuttur. Onun döneminde ve daha sonraki zamanlarda Kürt diliyle yazan şairlerin yanı sıra İslamiyetin etkisi ile birçok Kürt, eserlerini Arapça yazdı. Ancak Feqiyê Teyran Kürtçe ile yazmayı tercih etmiştir. İslamiyet döneminde Arapça Ortadoğulu halklar üzerinde çok etkiliydi. Kürt molla ve aristokratların birçoğu, Arapça biliyorlardı. Medreselerde ve camilerde Arapça öğretiliyordu. Arapça "mukaddes" Kuran'ın ve peygamberin dili olarak, Avrupa'da Latincenin oynadığı rolü oynuyordu. Eğitimli olması itibariyle yerel bir dil kullanmıştır demek doğru değildir. Zengin bir dili vardır. Şiirlerinde kelimeler arası anlam ilişkilerini zorlamaya çalıştığını görüyoruz.
Feqiyê Teyran şiirinde, aşkın mistik yönlerinin yanısıra somut yönlerini de bulabiliriz. Aşk zaman zaman gerçek aşk gibidir. Sevgili ya da sevgililer isim olarak verilmez. Güzelleri tanımlayan, tasvir eden kelimelerin bazıları hem halk edebiyatında hem de divan edebiyatında kullanılan kelimelerdir. Bugünden bakıldığında şiirlerinde sade bir dil kullandığını söyleyebiliriz. Benzetmeler ve söz sanatlarını çokça kullanmıştır. Eş anlamlı ve zıt anlamlı kelimeleri kullanmıştır.
İşlenen konuların içeriklerine bakıldığında toplumun sosyal sorunlarını dile getirici bir eğilim olduğunu söylemek çok doğru değildir. Ancak, aşağıdaki şiirinde kendisini acı çeken, çilekeş bir dengbêje benzetmesi ilginçtir.
Ne bay î
Ne baran î
Ne lêmişt î
Ne nar î
Hunirê giran î
Şemala dilan î
Teyrê gomanî
Dengbêjê jaran î
Şiirleri, genellikle Türk halk şiirinde kullanılan hece vezninin 8'li ölçüsüne uyar. Genellikle yarım, tam ve zengin kafiye kullanmıştır.
Baxê ku baxvan bête ber
Erdek heye ew lê nebî
Dara ku enqa bête ser
Belgek heye sih lê nebî
Kî ji nî'metê dê dit xeber
Ya Reb derê derê feyzê vebî 
Şiirinde ritmik ve müzikal bir tad olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yüzdendir ki birçok şiiri bestelenmiştir. "Dîlber" ve "Dilo Rabe" bunlaradan en çok bilinenleridir.
Ey dilberê wey dîlberê
Feryad ji destê keserê
Avek ji avê kewserê
Wêran ez im malim xirab
Teyran'ın en önemli özelliklerinden bir tanesi de kelime tekrarları yoluyla şiirinin ölçü, kafiye ve anlamını güçlendirmesidir. "ne" ve "man" kelimeleri ile oluşturduğu mükemmel ahenge birbirine yakın anlamlı diğer kelimeler ve sesli-sessiz harfler arasındaki uyum eşlik eder.
Ne belçim man ne sinbul man
Ne ruhan man ne sorgul man
Ne hevrî man ne hevdil man
Kaynaklar
Kurdo, Prof. Qanatê, Tarîxa Edebiyeta Kurdî, Öz-Ge Yayınları, 1992

Sadînî, M. Xalid, Feqiyê Teyran, Weşanên Nûbihar, 2003

Celîl, Celîlê, Feqîyê Teyran - Şêxê Sen'anîya, Institut Für Kurdologie-Wein, 2003

Dîwana Feqiyê Teyran, Ey Avê Av, Weşanên Enstîtuya Kurdî ya Stenbolê 1998

Bozaslan, Mehmet, Emin, Dema Nû, "ji" û "li" IV, Sal 6, Hejmar 146 27 Adar 2006

Uzun, Mehmet, Kürt Edebiyatına Giriş, Belge Yayınları, Mart 1999 

Aktaş, Burcu, Yol uzun, menzil de epey uzaktı, Radikal Gazetesi, 25 Temmuz 2006 

Levent, Agâh Sırrı, Divan Edebiyatı, Kelimelerve Remizler, Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitapevi, 4. Basım, İstanbul, 1984

Dilçin, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, 2000

04 Ağustos 2013

EVDALÊ ZEYNIKÊ HAYATI

EVDALÊ ZEYNIKÊ   

 Evdale Zeynıke 1800 yılların başında Ağrının Tutak İlçesinin cemalverdi köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının ismi Mustafa, dedesi  Hasan, Babasının dedesi,  Süleyman, annesinin ismi ise Zeyné’dir.

  113 yıl yaşayan Evdal     Daha 3 yaşında iken babasını kaybetmiş ve  annesi tarafından büyütülmüştür. Bu yüzden Evdale  Zeynıké (Yani Zeynenin oğlu ) olarak  tanınmıştır. Yaşar Kemal tarafından Kürtlerin homerosu olarak sıfatlandırılmıştır. Yaşar kemal’ın benim fikir babam dediği Evdal 30 yaşına kadar çiftçilik ve reçberlikle uğraştığı için bir kılam dahi okumadığı  anlatılır.    Otuz yaşında gördüğü bir rüyanın yorumundan sonra hastalanmış aylarca yataktan çıkmamıştır. iyileşme sürecinde yatakta söylediği melodiler o güne dek duyulmamış bir makamın müjdecisi olduğunu insanlar daha sonra anlamaya başladılar.” Ve o günden sonra Serhad Dengbéjleri onun ekolünü günümüze taşıdılar.
       Evdal’ın dizelerinde aşkın yakıcı özellikleri ile birlikte, hicvedici özelliklerini de bir arada görmek mümkündür. Erzurum’a öküz arabasıyla ticarete gittiği dönemlerde misafir kaldıkları evin genç kızının, boyu ile alay etmesine içerlenmiş,(Evdalın boyu oldukça kısadır)akşam köyde yapılan düğüne  türküleri ile katılmış,Govendin başını çeken kızın kolunda oynayarak tuttuğu elin parmaklarını “xwin nav neynık a da dı nıquti” dedirtecek kadar sıkıp bir nevi intikam almıştır. Ardından “De tu here. Bıra her kes xéré jı bazara xwe bı bine.”demekle, kinci bir özelliği olduğunu da ortaya koymuştur.
Evdal kendini klamlarında şöyle tanımlar: "kuvi nin süvarisi, Temonun babası". (Temo,abdal ın oğludur.onu bir göç esnasında yol kenarında bir kundağın içinde bulurlar.abdal onu diğer çocuklarından ayırmadığını göstermek için 'temonun babası' ifadesini kullanır. )
     Ermeni asıllı Gulé ile evli olan ve yaşlandığında gözleri kör olan Evdal,,Kör gözlerle kanadı kırık bir turnaya kış boyunca bakar.Bunu uzun uzadıya stranlarında anlatır.Ve bir gün mucize gerçekleşir. Evdal’ın gözleri turnanın kanadı iyileşir.
     Şahé Dengbéja diye anılan Evdal, Eleşkirt Beyi Sürmeli Mehmet Paşa’ya dengbéjlik yapmış ve onunla birlikte Kozan’,Avşar’larını sürme görevinde yer almıştır       Surmeli Memed Pasa, Dogubayazit 'taki sarayin sahibi unlu İshak Pasa 'nin torunudur. 1865 yilinda Osmanli yonetimi Adana yoresindeki Kozanoglu isyanini bastirmak üzere büyük bir askeri güc gönderirken, Sürmeli Memed Paşa'dan da destek istemiş. Paşa 400 suvarisiyle Kozan üzerine giderken Evdal'i da beraberinde götürmüş. isyanin basırılmasından sonra 50 binden fazla Türkmen yerlerinden sürülmüs ve pek çoğu kılıçtan geçirilmis.
Savaşın hemen ardından kolera hastalığı çıkmış. Osmanlı Ordusu'nun cok sayıdaki askeriyle birlikte Memed Paşa'nın 300'den fazla suvarisi de olmus. Yani hem yenen, hem de yenilen tarafta büyük trajedi yasanmıs. Orada birbirlerinden habersiz olarak karşılaşan büyük Kürt ozanı Evdal ile ünlü Türk ozanı Dadaloğlu, bu trajik olayı destanlaştımısladır.
      Aradan bunca zaman gecmis olmasina ragmen, Evdale Zeynike'nin Kozan Destani (Wey Xozane) bugun halk arasinda hala canliligini koruyor.    Padişahtan gelen ferman üzerine kozan a doğru adamları ile gitmeden önce istabuldan kendilerine dersim bölgesinden geçmemeleri bu bölgedeki insanların yabani olduğu söylenir. ama bu uyarıya aldırmayan sürmeli paşa dersimden geçer. dersime girdiklerinde insanların aksine çok misafirperver olduğu ve bölgenin güzelliği herkesi şaşırtır. Evdale Zeynike bu manzaradan sonra dersim eserini  söyler.
      Wey xozane ise bir yaradır zeynike de kanayan kozan isyanı sonrası Sürmeli Mehmet a Paşa ve adamlarıda çoğu havaya dayanamayıp hastalanırlar. sıcak ve sıtma derken birçoğu kırılır. sürmeli mehmet ali paşa da kozan da ölür. sürmeli mehmet ali paşanın bir ejderhanın sokması sonucu öldüğü anlatıldığı  sıtmaya yakalanması sonucu öldüğüde anlatılır .

    Bu afet sonucu geriye kalanlar farklı yörelerden bir başlarına serhad yöresine döndüler. Evdale Zeynike de yalnız başına dönenler arasındadır. kozan dan 200 kişiden 50 ye yakını dönmüştür. bu olayı Evdal, wey xozane stranında anlatmıştır.
   Günümüz dengbejlerine ilham kaynağı olan Evdal 1913 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Nur içinde yatsın.

Dengbêj EVDALÊ ZEYNIKÊ

EVDALÊ ZEYNIKÊ   

Evdalê Zeynikê wekî Homeros ê Kurdan tê nasîn. Di derbarê jiyana wî de agahiyên sedî sed rast nînin.
Nivîskar Ahmet Aras li ser jiyana wî pirtûkek nivîsiye ku ev pirtûk hevpeyvîna bi neviyê Evdal re jî dihewîne. Di destpêka 1800 ´î de li gundê Cemalwêrdî ya girêdayi Tûtax ku niha girêdayî Agiriyê ye ji dayîk bûye û di sala 1913 ´î de li gundê Qanciyan a Qereyazîyê jiyana xwe ji dest daye. Evdal temenekê pirr dirêj jiyaye. Gorî neviyê wî Emerê Zeynikê Evdal 110 salî zêdetir jiyaye û li seranser Kurdistanê geriyaye. Evdal çuye Xozana Edenê, Dêrsimê, Dîyarbekrê, Nexşîwanê, Melazgirê, Elajgir ê û Îranê.
"Dengbêjê Sirmelî Mamed Paşa", "Bavê Temo", "Pisporê Qulingan", "Sîyarê kuvî" ji navê Evdal in. Evdalê Zeynikê di stran û destanên xwe de pirr behsa qulingan, Temo, Gulê ( Dengbêj Gulê ), korbûn, xizanî, kalbûn, bêbextî hwd dike. Bavê wî di zaroktiyê de miriye. Evdal bi navê diya xwe Zeynê an Zeynikê tê naskirin. Heger mirov ne dîrokzan be û bi tenê ji destanên wî rêçê bajo, mirov jiyana Evdal wiha ava dike: Evdal lawê Zeynikê ye. Diya wî ev di nava xizaniyê de mezinkiriye. Evdal zarokek taybet bûye. Bala xwe daye neheqî, welatparêzî û dewlemendiya civakê. Gihîştinên xwe kiriye stran. Dilê wî ketiye dengbêj Gulê. Gulê di diwana "Sirmelî Memed Paşa", de eslê xwe Fileh (Ermeni) an jî nemisilman bûye. Evdal di civatên axa û began de dengbêjiyê dike. Piştre çavên wî kor dibe û hêdî hêdî ji civatên dewlemendan tê derkirin. Temo yê lawê wî ji ne Gulê ye. Evdal ev zar kêleka rê da dîtiye u ev birîye mala xwe. Di straneke xwe de dibêje wî Temo di daristanekê de dîtiye û ji xwe re xwedî kiriye. Temo dibe sitara Evdal. Temo pê destê bavê xwe digire û "li pey koç û keriyan" digerine. Bijîşkeke Îranî çavên wî sax û derman dike. Lê mixabin Evdal êdî kal e, "Bila mirin hebûya kalbûn tunebûya".
Evdal bi hezaran stranên dengbêjiyê diafirîne. Mixabin pirraniya wan êdî nayên bihîstin. Celadet Elî Bedirxan dixwaze stranên Evdal tomarbike. Ji dengbêjê navdar Ehmedê Fermanê Kîkî alîkarî dixwaze lê pirr bisernakeve.
Evdal bi dengbêjên hemdemî wekî jina xwe Gulê, Sêwî Silo (Şêx Silo) hwd re dikeve pêşbirkan(lecê). Carekê bê rawestan sê roj û sê şev didome ev pêşbirk û Evdal biserdikeve. Evdal kê dibe bila bibe, mamosteyê dengbêjiyê ye. Mehmet Ûzûn bi navê "Rojek ji rojên Evdalê Zeynikê" pirtûkek li ser Evdal nivîsiye.

Klamên Evdalê Zeynikê

Evdal klama Xozanê u Dêrsimê zef hez kirîye. Wexta ku Evdal ber sekerata mirinêde bûye kurên xwe re dibêje ku ger wan her du kilamên min tu carî bîr nekin.
  • Wey Xozanê
  • Dîber
  • Şêx Ronî
  • Hayê li min
  • Lo Mîro
  • Lê Axçik Canê
  • Sincarî Talo
  • Ezê ji teyra teyrekî hur im
  • Evdal u Şêx Silê
  • Minê Li Hafa Nexşê Nexşîwanê
  • Dêrsime xweş Dêrsime
  • Heyla Wayê
  • Evla Begê Mîrê Zirav
  • Hekîmo
  • Evdal Kor e
  • Qulîng li serê me ha neke
  • Wey kaliyê wey korîyê
  • Evdal kore rê nabîne
  • Eyşo rabe çirê vêxe
  • Roj di Qolîbaba da welgerya (Kazoyê Garisya)
  • Haylê Metê
  • Rabe Rabe
  • Ezê bi diharê Qelenyê diketim (dema şerê 1885-1890)



Evrensel Kürt Dengbeji Karapetê Xaco

Evrensel Kürt Dengbeji Karapetê Xaco  
   
   Bu yazımızda, ünlü Xerzanlı Ermeni asıllı,müthiş bir sese ve belleğe sahip olan Karapetê Xaco’yu elimizden geldiğince sizlere tanıtmaya,sözlü kültürümüz açısından gelecek nesillere aktarılması zorunlu olan hayat hikayesini ve hayat verdiği kilam-stranlarını sizlerle paylaşmaya çalışacağız.Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki Dengbêjlik tam olarak bir tasnifi yapılamamış olmakla birlikte,bellibaşlı ekollere göre sınıflandırılabilr.Bunlardan en önemlisi denilebilecek olan Evdalê Zeynikê ekolünün,Evdal’dan sonra en önemli icracısı ve temsilcisi olarak Mamoste Karapetê Xaco’yu sayarsak mübalağa etmiş sayılmayız.Karapet, yaşam tarzı,eserlerinde işlediği konular,söylediği kilam-stranlar ve de en önemlisi hayat hikayesiyle Evdal’a en yakın duran ve onun misyonunu devam ettirme adına tüm yaşamını Kürt kültür ve sanatına adamış olan bir gönül adamı ve Xerzan Dengbêjlik geleneğinin zirve noktasıdır aynı zamanda.
                Karapetê Xaco (tam adıyla Garapet Kaçaturyan),1900’lü yılların başında bugünkü Beşiri ilçesine bağlı Bilêder (yeni ismiyle Binatlı) köyünde Ermeni bir ailenin dört çocuğundan biri olarak dünyaya geldi.Kendi deyişiyle,50-60 hanelik köyünün büyük çoğunluğunu Ermeniler oluşturmaktaydı.Dünyaya geldiği yıllar,Osmanlı Devleti’nin son yıllarını yaşadığı dönemlere denk gelmekteydi.İstibdat denilen,bir nevi sıkıyönetim rejimi tüm ülkeyi sarmış ve bunun etkileri en uzak bölgelerde bile hissedilir olmuştu.Herşeye rağmen,tarihin derinliklerinden gelen paylaşımcılık ve kardeşlik bağları içinde tüm etnik ve dini unsurlarla devamedegelen hoş sayılabilecek hayatları,1.Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle bir anda tersine dönmüş ve bir karabasan gibi çökmüştü köylerinin üzerine.2.Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte Pan-Türkist ideolojiyi benimsemiş ve bu yolda hiçbir taviz vermemekte kararlı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenleri,kendilerince toplumsal mühendislik yapmaya karar vermişler ve özellikle doğu bölgelerinde olası bir Rus işgaline karşı önlem almaya karar vermişlerdi.En basit yol olarak da,bilinen tehcir hikayesi 1915’de sahneye konmuştu ve acı dolu,bir o kadar da insafsız muameleler başlatılmıştı medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya ovalarında.Karapet’in de köyü bu zulümden nasibini almıştı.Yıllar önce kendisiyle yapılan bir ropörtajdaki anlatımlarına göre,bir gece tüm köylüler evlerinden alınarak köy meydanında toplanmışlardı. Karapet’in acılarla dolu hayatının başlangıç noktası olan,kendi deyimiyle hatırlamak istemediği o korkunç gecede Karapet anne ve babasını bir daha görmemek üzere kaybetmişti.Gözlerinin önünde  ebeveynleri öldürülmüş,kendisi ve kardeşleri,o korkunç geceden,bir askerin insafıyla kurtulmuş ve köylerine dönmemek ve kimseye bir şey söylemek şartıyla serbest bırakılmışlardı.Acılar henüz başlamıştı ve kardeşleriyle beraber uçsuz-bucaksız Xerzan ovasında dilencilik yaparak,Kürtçe’yi de bilmeleri sebebiyle ‘Fille’ olduklarını gizleyerek bir köyden diğerine savrulmaya başlamışlardı.Dengbêjlik serüveninin temelleri de bu dilencilik günlerinde atılmaya başlanmıştı hayatında Karapet’in.Yollarda mırıldanarak söylediği ,acılarına katık ettiği ezgiler ve gezdiği köylerdeki halktan öğrendiği stranlar,onu yavaş yavaş bir efsane haline geleceği Dengbêjliğe hazırlıyorlardı ona bile hissettirmeden.Özellikle düğün ve yaslarda kadınların söylediği ağıt ve stranları anında ezberliyor ve belleğine kazıyarak yollarda tekrar ederek bir nevi repertuarını genişletiyordu.Daha o yaşlarda değme Dengbêjlerle aşık atabilecek bir seviyeye gelmişti Karapet.Ünü yavaş yavaş yayılıyor ve düğünlerin,şevbêrklerin vazgeçilmez icrası haline geliyordu artık.O günlerde kızkardeşi bir Kürt genciyle evlenir ve yerleşik ! hayata geçerler ailece.Bir köy ağasının yanında hizmetkarlık yapan damadının yanında çobanlık yaparak hayatını idame ettiren Karapet o günleri ‘Ez xulamê xulaman bûm (ben hizmetkarların hizmetkarıydım)’ diye anlatır.Stranlar o kadar hayatıyla özdeşleşmiştir ki erkek kardeşini hastalıktan dolayı kaybettiği gün bile ağlamadığını,ağlamak yerine kardeşine bir stran söylediğini de ekler Karapet.Günler böyle geçerken,çobanlık dönemlerinde sanatında da bayağı ilerler.Dağlara,ovalara ve civatlara söylediği stranlar  ününün tüm civara yayılmasına sebep olur.Birgün,ünlü bir Aşiret Beyi olan Fîlîtê Qûto’nun bir çatışmada öldüğü haberini alır ve tüm Dengbêjler gibi o da Fîlît’in köyüne giderek bir stran adar Fîlît Beye.O kadar içten ve güzel söyler ki,Fîlît Ağa’nın oğlu Hesê Bey onun yanında kalmasını rica eder.Karapet için bundan güzel bir rica olamaz ve kabul eder.Artık Fîlîtê Qûto ailesinin Dengbêjidir Karapet.En güzel ve rahat yaşadığı yıllarını bu ailenin yanında geçirdiğini anlatan Karapet,o yıllarda daha fazla stran ezberlediğini ve söylediğini de kayda geçirir.
           Bu verimli döneminin başlamasından kısa bir süre sonra 1925 yılında,Şêx Said isyanının ateşi tüm bölgeyi olduğu gibi Xerzan’ı da sarar.Büyük bir mücadele başlamıştır Cumhuriyet Ordularıyla,Şêx Said’in askerleri arasında.Diyarbakır’ın Şêx Said tarafından alındığını duyan Karapet de arkadaşlarıyla beraber D.bakır’a doğru yola koyulur ve şehre ulaşır.O günleri detaylarıyla hatırlayan büyük Dengbêj,anlatımlarında çarpıcı tespitler de yapmaktadır.Surların üzerindeki askerlerle,Kürt savaşçılarının mücadelesini yakından izlemiş ve daha sonraki söyleşilerinde,şehrin nasıl el değiştirdiğini,idamları ve daha sonra gelişen olayları detaylarıyla kayda geçirmiştir.Bu yönüyle de ayrı bir katkısı vardır tarihimize.Şêx Said ve arkadaşlarının idamından sonra Takrir-i Sükun kanunu gereğince yapılan uygulamalar,tüm bölge halklarını içinden çıkılmaz durumlara sevketmiş,idamlar ve sürgünler büyük boyutlara varınca,Karapet de kendisine yeni bir hayat  bulma arzusu gereğince,tüm sürgün ve kaçakların yaptığı gibi kendisini Binxet’e yani Suriye’ye atmıştır bir gece.Yeni bir yurt bulma amacındaki Dengbêj,yeni bir sayfa açmıştır artık hayatında.Qamişlo’da başladığı yeni hayatında,Kürt sürgünlerinin arasına katılan Karapet,yine sanatını icra eder ve civatların aranılan Dengbêji sıfatına uygun olarak tüm toplantılara katılır,gün gelir ekonomik sıkıntılar içinde çıkış noktası ararken Suriye’deki Fransız Lejyonu’nun paralı asker aradığını öğrenir ve tam 15 sene paralı askerlik yapar Lejyonda.Orada da sesinin güzelliği ve söylediği stranların mükemmelliği kendisine yardımcı olur ve en üst düzey komutanlar onu meclislerine alırlar.O dönemde artık evlenme zamanı geldiğini sezer ve kendisi gibi Ermeni olan,ona yıllarca yoldaşlık edecek güzeller güzeli Yeva ile evlenir.Bu evlilikten bir kız ve bir erkek çocuk sahibi olur.1946 yılında ülkelerine dönme kararı alan Fransızlar,Karapet ve ailesine kendileriyle beraber Fransa’ya gelebileceklerini söylerler ama o ve karısı Ermenistan’a gitmeye karar vermişlerdir.Teklifi reddederler ve Kafkasya’ya doğru yola çıkarlar.Karapet’in 105 yıllık hayatında yepyeni bir sayfa daha açılmıştır böylece.Ama işler umduğu gibi gitmez ve  kendi deyimiyle her zaman olduğu gibi yine ‘bir öteki’ olarak görülür.Erivan’daki Ermeniler,kendisini Ermenice’yi bilmemekle suçlarlar.Madem ki Ermenidir,neden anadilini bilmemektedir,neden Kürtçe konuşmaktadır,neden Kürtçe türküler söylemektedir gibi suçlamalarla karşılaşır.Bu yaklaşım,acılar coğrafyasında yaşamamış olanlar için çok kolay bir yaklaşımdır ama Karapet için değildir.O acılarını Dengbêjlik sarmalına katmış,o stranlarla huzur bulabilmiş evrensel değerlere çoğu okumuş insandan daha fazla sahip çıkabilmiş bir ozandır.Bunları anlatmak çok zor olmuştur onun için ve yine civar köylerdeki Yezidi Kürtlerin arasına gidip,gelerek,eserlerini onların arasında söylemeye başlayarak bir nevi sıla hasretini dindirmiştir.Karapet’in bu özelliğini duyan Erivan Radyosu Kürtçe Bölümü yetkilileri,kendisiyle irtibata geçerek Radyo’nun en önemli ismi olacak Karapet’i de kadrolarına dahil etmişlerdir.
                Böylece,Kürtçe türkü söylemenin yasak olduğu yıllarda Karapet’in sesi ve stranları bir radyo istasyonunun cızırtılı bile olsa sesi ve nağmeleriyle,Kürt Toplumunun evlerine girebilmiştir.Bu özelliğiyle Karapet’in kültürümüze yaptığı katkılar unutulmazlar listesinin belki de en başına yazılmalıdır. Orada söylediği stranlar unutturulmaya çalışılan bir kültürün dipdiri ve canlı olarak yaşatılmasına vesile olmuş,kendisiyle beraber emek veren Şeroyê Biro,Reşîdê Baso,Aram TİGRAN ve daha nice sanatçı gibi o da şükranla anılması gerekenlerden biri olarak hafızamıza kazınmıştır.1976 yılında çok sevdiği karısı Yeva’yı da kaybeden bu büyük ve Bîlur tadındaki ses ve sahibi,Kürt dengbêjlik literatüründeki xulxulandın sanatının zirvesi sayılan büyük usta,2005 yılının ocak ayında,100 yılı devirmiş bir asırlık çınar ve sanat yıldızı olarak,tüm meslektaşları gibi acı-yokluk-fakirliklerle dolu hayatına yine yokluklarla dolu olarak,son 50 yılını geçirdiği Solxoza Çaran köyünde veda etmiştir.Hayat ve ses verdiği yüzlerce stran arasında en önemlileri olarak;  -Bişêriyo, Evdalê Zeynê, Endîwere Paytext e, Edûlê, Zembîlfiroş, Genc Xelîl, Salih û Nûrê,Filîtê Quto, Mîrzikê Zaza, De Xalo,Hey le Mîro,Lawikê Metînî,Dewreşê Evdî,Oy Limin- sayılabilir. Kendisinin hayat hikayesi en kapsamlı olarak,kendisi de Xerzanlı ünlü bir edebiyatçı,gazeteci ve yazar olan Salihê Kevirbirî tarafından Karapetê Xaco-BİR ÇIĞLIĞIN YÜZYILI adı altında,Kürtçe ve Türkçe olarak ayrı ayrı kitaplaştırılmış,gelecek nesillere aktarılmıştır.Bu çalışmasından dolayı genç nesiller adına Kekê Salih’e teşekkürü bir borç olarak bilmek gerekmektedir.En son söylediği ‘50 milyon Kurmanc nikare li min xwedî derkeve û min xwedî bike (50 milyon Kürt bana sahip çıkamıyor, besleyemiyor beni...) sözü hangi ruh haliyle bizlere veda ettiğinin sitemi ve aynı zamanda kültürümüze-sanatçılarımıza neden  sahip çıkmamız gerektiğinin de işaretidir aslında. Yüzyıl boyunca Kürt kültür ve sanatına eşsiz eserler vererek aramızdan ayrılan bu büyük yürekli Ermeni asıllı dengbêj,arkasında hasretler,acılar ve de en önemlisi eşsiz bir hikaye bırakarak unutulmazlar arasına girmiştir.Aziz hatırası önünde saygıyla eğilmek,toplum olarak ona karşı yapılmamış görevlerin bir özrü olabilir mi bilemiyorum.Ortak kültürümüzün zirvesi denilebilecek böylesine büyük bir şahsiyet ve abideyi minnetle anıyor ve teşekkür ediyoruz bu yazıyla. Toprağın bol olsun Pîrê Karapet,bizlere bıraktığın miras için sonsuz teşekkürler

Bülbüli Kürdistan Kawis Axa

KAWİS AXA


1889 yılında  bu günkü suriye sınırına yakın olan Çarçela Bertiya dedikleri bir yerde dünyaya gelen ve   daha bebekken babasını kaybeden Kawis axa, 13 yaşına kadar annesiyle beraber yaşamıştır. 

13 yaşına geldiği zaman annesini de kaybedince şoka girip konuşma yeteneğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Hatta hiç konuşamazken annesinin cenazesinde dengbeş Fatma'ın annesine ağıtlar yakarak kılam söylemesi onu çok etkilemiştir. annesinin yakın arkadaşı olan dengbej Fatma onu himayesine alarak hem korumuş ve hemde kılamlarını ona öğretmiş.

Ancak  Kawis axa için bir sorun varki  hiç konuşamaz bazı kelimeleri çok ağır ve zor şekilde telaffuz eder ancak kılamları çok akıcı okurmuş.

Asıl adı Veyis olan Kawis Axa  yahudi dinine mensup bir kürttür. Zaman içinde güzel sesi ile halk arasında sevilen bir kişi olduğu için ona  ağabey anlamına gelen "Kak" (bazı yörelerde bu kelime keko olarak telaffuz edilir.) Veyis olarak çağrılmış ve zamanla kısaltılarak  adı kawis olarak kalmıştir.

Namı Bağdat radyosuna kadar ulaşan  Kawis Radyoya müracaat ederek sanatçı olmak istediğini bildirir, ancak kekeme olduğu için radyo evi kendisini hiç dinlemeden oradan kovar, bunun üzerine kawis, Bağdat radyosunun hemen yakınıdaki bir kahvehaneye giderek Genç Xelil kılamını okur (Bu Kılam oldukça seri ve hızlı okunur) bunu duyan Radyo evi yetkilileri hemen kahvehaneye gelip Kawis görünce , özür dileyip onu Radyoya çıkardılar. Çok kısa sürede ünü Irakın dışına taşarak ta Erivan Radyosu  ile iran Radyosu gibi kürtçe yayın yapan bölgelere kadar yayıldı.

Bilinen  en populer kılamı Xalo (çemé Çetelé) dir. Çemé Çetelé'nin hikayesi kısaca şöyledir. "Askerler tarafından  bir baskında yakalanarak  yargılnmak üzere götürülürken yolda karşılaştığı biri vasıtasıyla  dayısı  Abdo Beg'e haber yollar, bunu duyan dayısı  Abdo Beg bir haftalık yolu oğlu ile birlikte  üç gün üç gece durmaksızın at sırtında giderek, bu gün botan cıvarında bulunan Çeme çetelé de onlara ulaşır ve oğluyla birlikte  askerlerin elinden yeğenini kurtarır".
Kawis ağanın ne yazık ki arşivi  bağdatta  çıkan bir yangında tamamen yok olmuştur. Ancak 32 parçadan oluşan ve bağdat radyosunda bulunan albümünden başka bir eseri yoktur günümüzde. 
Kawis Xağa çok genç denebilecek bir yaşta 1936 yılında yakalandığı  amansız bir hastalıktan kurtulamıyarak hayata gözlerini yummuştur. Mezarı Kuzey  Irakta bulunan  Heresima Köyündedir

Kürt Diwanları Ve Makamsal Ezgiler

Kürt Diwanları Ve Makamsal Ezgiler
1.Şeşbendi ve Berite

Şeşbendiler makamı ağır ve ağdalı şarkılardır. Çünkü divanhane gibi kapalı yerlerde ve oturarak söylenir. Ritmik şarkılardır ama ritim cümleleri çok uzun ve karmaşık, ezgileri de ağdalıdır. Diwanki (divan şarkısı) de denilen şeşbendiler bu nedenle yorumlanması oldukça zor şarkılardır ve usta dengbêjler tarafından söylenebilir. Sözleri genellikle aşk ve kahramanlık üzerinedir. Sözler ezgiye ve ritme oturtulurken her bir hecede birden fazla sese basılır ve kelimeler bazen ortalarından kesilerek es verildikten sonra kalınan yerden diğer ezgiyle devam edilir. Ayrıca bol miktarda ulama kullanılır. Seslerin arasına ‘’-ya’’ , ‘’-ha’’ gibi ulama heceleri eklenerek söylenir ve bu nedenle sözler oldukça çetrefil duyulur. Ezgi genellikle 5 seslik bir aralık içerisinde dolaşır.

2.Lawje

Hakkâri müziğinin diğer Kürt bölgelerine en yakın formu lawjedir. Lawje, Kürtlerin en karakteristik serbest formudur ve inici bir makamsal seyre sahiptir. Serbest tartımlı olarak seslendirilen, xulxulandin (gırtlak titretme, vibrasyon) üslubunun hâkim olduğu lawjeler, havini bölümlerinin dışında resitatif (yığmalı) bir şekilde okunur. Havini denilen bölümde genellikle cümlenin sonundaki sessiz harf düşer ya da sonuna ‘-e’ ,’-o’ gibi harfler eklenir ve yığmalı bölümden sonra gelen bu bölümde ses uzatılır. Haviniler genellikle nefes almak için kullanılan dinlenme bölümleridir. Lawjelerin sözleri genellikle gerçekleşmemiş aşklar ya da ölen birisinin ardından yakılan ağıttır.

3.Mediha ve Mewlud

Medihalar, divan ortamında söylenen ve genellikle Hz. Muhammed’e, sahabesine, Hz. Ali’ye ve tarikat şeyhlerine övgülerden oluşan dini şarkılardır. Zikir müziği değildir. Enstrümansız icra edilir. Serbest ritimli olanları tek kişi tarafından, ritmik olanları ise topluca okunur.

4.Destan

Destan formuna ‘beyt’ de denir. Uzun, manzum ve epik hikâyelerdir. Genellikle aşiretin dış güçlere karşı gösterdikleri kahramanlıklara, büyük aşklara, savaşlara dair olaylardır. Destanların her bölümü farklı ritim ve makamlarda okunur. Anlatılan bölümün aksiyonuna göre makam ve ritim daha yumuşak, lirik daha sert ya da güçlüdür.

5.Heyranok

Bölgedeki aşiretler yazın yaylalarda, kışın köylerde yaşarlar. Yaylaya gidiş bir sevinç vesilesi olduğu için şarkılarda da işlenir. Bu sevinç daha çok Hayronok’lara konu olmuştur. Çünkü delikanlılarla kızların buluşacakları yer dağlardır. O dağların kuytulukları her çalı dibi bir buluşma yeridir. Heyranok bir mani türüdür. Heyranokların sözleri oldukça erotiktir.

6.Pirepayizok

Yayladan dönüş hüzünlüdür. Çünkü ayrılma vaktidir. Sonbahara hazırlık kışa hazırlık dönemidir ki ‘pirepayizok’lar da bu ruh halinin yansımasıdır. Yani heyranok baharın coşkusuysa, pirepayizok sonbaharın hüznüdür. Payiz sonbahar demektir, payizoklarsa sonbahara yakılan şarkılardır.

7.Stranen Meşke

Yayladaki kadınlar akşamdan mayaladıkları sütün yoğurt haline geldikten sonra, sabahları erken kalkarak yayıklara koyup tereyağı elde etmek için sallarlar. Karşılıklı ikişer kadın iter. O sırada Stranen Meşke (yayık şarkıları) denilen şarkılar söylenir. Ritmi yayığın sallanış ritmine göredir ve içeriği her şey olabilir. Hakkâri’de ‘’yayığa ne kadar çok şarkı söylersen o kadar tereyağı verir’’ şeklinde bir inanış vardır. Ritmi genellikle 3/4’lüktür ve herkes tarafından bilinen tek ezgiyle söylenir.

Güncel Başlıklar

Social Icons

Featured Posts