Popüler Başlıklar

REKLAM ALANI

03 Temmuz 2013

Beni Ben Eden, Dünya Müziği ve Otantik Kürt Müziğini Sentezlememdir


Botan’dan bir ses yükselir. Rengini doğasından alan ve Botan çayına karışır bu ses. İçinde bir halkın hüznü, neşesi ve acısı vardır. Geleneği ve tarihi vardır

Botan’dan bir ses yükselir. Rengini doğasından alan ve Botan çayına karışır bu ses. İçinde bir halkın hüznü, neşesi ve acısı vardır. Geleneği ve tarihi vardır. Botan çayında Melayê Cizîrî’nin şiirleri, Bedîrxan’ların asaleti, Mem û Zîn’in aşkı vardır. Ve Botan Nusret’le buluşur, HİVRON olur. Botan aktıkça büyür. Botan bir medeniyete ekmek olur, su olur. O ekmek ve suyla büyür, Melayê Ciziri’ler, Bedirxanlar, Mem u Zînler. Botan bir beşik olur sanata. Botan rengini, hüznünü, neşesini ve acısını, tarihini verir çevresine. Onun suyundan içer Nusret ve doğal bir ses yankılanır.

Baharın gelmesiyle dağların yamaçlarına vuran güneş en ulaşılmadık yerlerdeki karları eritir. Bu karlar küçük şelaleler olur. Akar Botan Çayı’na karışır ve Botan aktıkça büyür. Sonra Dicle’ye akar, daha da büyür.

Botan aktıkça büyüdü, Dicle ile birleşti, Fırat’la birleşti, Şatt’ül Arap oldu. Oradan denizlere, okyanuslara aktı. Hîvron ise, bu yolculuğun ilk duraklarından, yol aldıkça büyüyecek.

Biz de bu yolculuğun öyküsünü merak ettik ve okuyucularımıza bu röportajı hazırladık.

Köklerini Botan’dan alan Batmanda doğup büyüyen Nusret’le Hîvron üzerine:

Öncelikle Hîvron’un kuruluş sürecinden bahsedelim biraz. Hîvron nasıl kuruldu.

Hîvron 2000 tarihinde Batman bahar kültür merkezi bünyesinde 4 arkadaşla kurduğumuz bir gruptur.  Amatör bir şekilde bir iki sene bu arkadaşla yürüttük. Bu zaman zarfında gruba çok kişi dahil olup daha sonradan ayrıldı. 2005ten sonra bir dağılma yaşandı. Yalnız iki arkadaş kaldık. 2007’de Hîvron adıyla ilk albümümüzü çıkardık. 2008 den sonra yalnız kaldım grupta. Çalışmalarıma Bahar Kültür Merkezinde devam etmekteyim.  Bablîsok adlı albümü tek bir kişi olarak çıkardım.

Bireysel olarak Nusret hakkında ne anlatabilirsiniz bize...  Nusret bir gün içinde ne yapıyor, neyle uğraşıyor, kimleri dinliyor, aile hayatı nasıldır?

Bana göre insan çalıştığı kadar vardır. Bablîsok albüm sürecinde disiplinli çalışmaya özen gösterdim. Bir şeyler almadan bir şeyler vermeye çalışmak gerçekten zordur. Aldığınız veya almış olduğunuz bir şey yoksa ve siz bir şeyler vermeye kalkarsanız tüketilirsiniz. Normal bir hayatım var. Batman’da yaşıyorum. Elimden geldiğince bireysel çalışmalarıma önem veriyorum.  Müzik anlamında elimden geldiğince dinliyorum, araştırıyorum. Öğretmeye çalışıyorum ve bu az da olsa beni tatmin ediyor. 


 Ben özellikle gözlemliyorum. Sen kendini geliştirdikçe müziğin de gelişiyor. Birey kendini geliştirdiği zaman bunu bir anda sanatına yansıtması zor bir iştir

bir insanın yaşadıkları şeylerin, onun hayatına ve hayata bakış açısına yansıdığına inanıyorum. Dünya sanatına baktığımızda sanatçılar benliklerini depoluyorlar, Bir roman yazana kadar yüzlerce roman okuyor ve kendi karakterlerini ona göre yoğuruyorlar. Müzikte de bu mantık vardır. Öyle olunca insan mecburen bir şeyleri depolamak zorunda kalıyor. Bunun için okuyor, yazıyor, çiziyor, araştırıyor.  Bunları yapınca da insan bir şeyler üretmek zorunda hissediyor kendini.

Peki, Nusret kimleri dinler...

Ruhumu dinlendiren, anılarımı canlandıran, acılarımı yumuşatan, sevinçlerimi dillendiren, hayallerimi dalgalandıran, bazen mutlu bazen mutsuz eden ses ve müzikleri dinlerim.

Bu da sanki müziğinizi daha çok mistisize ediyor. Müziğinizden mistik bir hava seziliyor. Mistik müziği biraz daha modern tekniklerle yoğuruyorsunuz. Bunu yapmaktaki amaç, köklere dönüş müdür? Sanırım üzerinizde Botan’ın büyük bir etkisi var.

Kesinlikle...  Duygu Duygudur.’ Yani dünyanın iki ucunda aynı şeyleri yaşayan insanların hissettiği duygular aynıdır, aynı duygudur.  Botan da, Cizre, Şırnak tarafında (ki ben oralıyım) oradaki yaşamı, oradaki akrabalarımda çok iyi keşfettim.  Mesela ses aralıkları... Müzikte transpoz denen bir olay var. Doğalında gelişen transpozlar var o yörenin insanlarında. Hiç bir müzik eğitimi almadan kendiliğinden gelişen bir transpoz yapıyorlar. Bilinçli olarak müzikle uğraşanların bile zar zor yaptığı bir tekniktir transpoz. Düşünebiliyor musunuz? Doğal gelişen bir transpoz var insanlarda. Çünkü o coğrafyada bir yaşanmışlık var ve bu yaşanmışlık beraberinde bir kültür ve bakış açısı doğuruyor. Bu anlamda Botan yöresinden çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Arkadaşlar da hep sizin dediğiniz gibi “Modern müzikle Kürt müziğini sentezliyorsun derler. Bunun nedeni sorarlar. Ben ise hep aynı yanıtı veriyorum; Dinlememle ilgili bir durum. Mesela “Kawis Axa”yı dinliyorum, otantik müzikle uğraşan kadınları dinliyorum, bunun yanısıra Marry Boyne, Joan Baez, Karapetê Xaço’yu, Cemalê Mihê’yi dinliyorum.

Ben gitarla müziğe başladım. Ama asıl genlerimde otantik bir hava vardı. Otantik bir Kürt müziği duygusu vardı.  Belki de gitar ve bendeki bu duyguların i içe girmesiyle bugünkü müziğimi oluşturdum. Yoksa bu gün elde ettiğim müziği yapmayı başaramazdım. Bana göre beni ben eden bu sentez olayıdır. Dünya müziği ve otantik Kürt müziğini bir araya getirme olayı...

Birazda müzikteki dil olayına değinelim. Hemen hemen tüm parçalarınızda unutulmuş veya unutulmaya yüz tutmuş Kürtçe terimler, deyimler veya tabirlere rastlıyoruz. Bu öz Kürtçeye bir vefa borcu veya dönüş müdür. Ya da Botan’la ilgisi varımıdır bu kullanımların?

Ben bu coğrafyada yaşadığım için bu soruya ancak şu şekilde cevap verebilirim; Ben bu coğrafyada yaşadığım için bu coğrafyadaki reaksiyonlar etkiliyor. Beni biraz ben eden de büyük ihtimalle buradaki reaksiyonlardır.  Müzikle uğraşmamın nedeni buradan aldığım reaksiyonlardır.  Beni ben eden buradaki, bu coğrafyadaki duygu ve düşüncelerdir. Ben hiç bir zaman buradaki duygulardan kopmadım. Bana göre bir insanın müziğini en rahat yapacağı yer, yaşadığı coğrafyadır.  Bu coğrafyadaki yaşanmışlıklar benim bu eserleri yazmamı sağlıyor.

Müziğin yapıldığı dil konuşulduğu zaman ister istemez politik bir yönü oluyor.  Bu bağlamda bir şarkınızdan alıntı yaparak soracağım sorumu. “Li şevek tarî, tû çubuyî” burdaki ‘şevek tarî’ kullanımını nasıl değerlendirelim.  Hemen ardından gelen gitmek eylemi de var. Bunu bir halkın tarihine analiz olarak kabul edebilir miyiz?  Karanlık ve Kürt tarihi...

Elimden geldiğince, iç dünyamın bana yaşattıklarını yazıyorum. Bütün eserlerimde kendi iç dünyam vardır. Tabi sanatın en güzel yönü de her insanın eserlerinizde kendinden bir şeyler bulması ve kendince yorumlamasıdır. Benim yazdığım açıyla insanların yorumladığı açı çoğu zaman aynı olmuyor. Mesela bazen insanlar benim eserlerimi yorumlarken ben şok oluyorum. Bu düşünceleri aslında ben yazmadım diyorum ama dinleyici kendine göre yorumlamış ve o eseri öyle dinlemek istiyor. Öyle dinlemekten zevk alıyor. Bunun da ayrı bir güzelliği var. Sanatın keskinliği de bu noktada ortaya çıkıyor. Herkes kendinden bir şeyler bulduğu zaman sanat yapmış oluyorsunuz.

Nusret’in sanat hayatı içerisinde yaşadığı onu en çok etkileyen olay nedir.

Ben duygularıma kısıtlama getirmiyorum. Beni Bir çocuğun normal yürüyüşü bile çok etkileyebilir, Bir ağacın kesilmesi de beni çok etkileyebilir. Mesela bu şehir çok etkiliyor beni. Hem dinlendiriyor, hem yoruyor, hem eğlendiriyor... Transpoz bir duygu içine koyuyor beni.  Bunu ancak böyle dile getirebilirim. Yoksa bu olay beni sevindirdi, bu olay beni üzdü diye bir kıstas koyamıyorum. Beni en çok üzen şeyi yine bu coğrafyayla ilgili şöyle anlatabilirim; Bu coğrafyada devasa bir yoksulluk var. Bu beni çok yaralıyor ve buna benzer birçok sorun. Mesela bir insanın kendini dışarıda var etmesi, kendi ayakları üzerinde durması çok zor oluyor. Bu sadece bir iki insan için söylenemez. Bu coğrafyadaki birçok insan için geçerlidir.

Tam da konuyu getirmek istediğim yere geldik. Bablîsok’un sizin için ayrı bir yeri olduğunu biliyorum.  Bablîsok’un bu kadar önemli olmasının nedeni nedir?

Bablîsok’la ilgili her zaman dile getirdiğim bir şey var. Bablîsok ismi benim çocukluğumdan geliyor. Çocukluğumda tanıştım Bablîsok’la. Bablîsok’un oluşumuna canlı tanık olmuştum. Çocuksu duygularımızı tatmin edip, rüzgârın oluşturduğu Bablîsok’un içine girmek için çok çaba sarf ediyorduk. Böyle bir eseri yazmam için de beni çocukluğum teşvik etti. Diğer eserlerim de benim için çok önemlidir ama Bablîsok’ta çocukluğumun izleri var.

Çocukluğa ödenen bir borç gibi...

Kesinlikle...

Kürt müziği için neler söylemek istersiniz?  Kürt müziği ne aşamadadır? Dünya müzikleri arasında nereye oturtabiliriz?

Bana göre Kürt müziğinin dünya müziğiyle iç içe girmesi gerek.  O zaman çok iyi bir boyut kazanabilir. Mesela sürekli aynı enstrümanların kullanımı Kürt müziğini ancak belli bir noktaya getirebilir.  Dünya müzik mantığını ve enstrümanlarını kendi müzik anlayışımızla yoğurabilmemiz gerek. Tabi bu durum Kürt müzik kültürünü özünden uzaklaştırmamalı.  Dünya enstrümanlarını ne kadar profesyonel kullanırsak müziğimizi de o kadar geliştiririz. Dünyada otantik müzik çok gelişmiş bir boyutta şuan.  Otantik müziğe gerçekten bir merak var ve otantik müzik mantığının en yoğun yaşandığı bölge de bizim coğrafyamız. Yalnız biz bunu kavrayamıyor ve tanıtamıyoruz. Gelecek kuşaklar bunu çok iyi analiz edebilmeli. Bu analizi yapabilirsek, Kürt Müziği’ni çok önemli bir boyuta taşıyabiliriz. Bu müzik evrensel bir hal alır

Çok köklü bir müzik birikimi ve yapısı var ama araştırma boyutu yok. Kürt müziği için çalışan birçok insan var ama bu yetiyor mu? Bana göre bunun tartışılması lazım.  

Günümüzde birçok sanatçı, Mihemed Şêxo’dan, Miradê Kinê’den, Şakiro’dan şarkılar alıp kendilerine göre yorumluyorlar. Sizin buna benzer bir isteğiniz var mı? Mesela bir gün sahneye çıktığımda şu sanatçının şu şarkısını söylemek isterim dediğiniz bir eser var mı?

Ben şöyle söyleyeyim benim öyle bir parçam yok. Müzik çok çabuk tüketilebilen bir kavramdır. Çok çabuk tüketilen bir şey olduğu için, insanlara sürekli yeni bir şeyler sunmak gerekir.

Bu, üretememekten kaynaklanan bir durum mudur?

Hayır, onu kastetmiyorum. Üreten insanlar da vardır, üretmeyen de. O başka bir boyut. Bu toplumun arşivleme mantığını oluşturması lazım. Arşivleme mantığı derken şunu söylemek istiyorum; arşive sürekli yeni eserler eklemek gerekir. Var olanı tüketmeyi bırakıp yeni bir şeyler üretmek için çalışmamız lazım. Mesela son dönemlerde modern şairlerimiz var. Bana göre onlara da özellikle yönelmemiz gerek. Çünkü bizim eski ile yeniyi bir arada yoğurabilmemiz için eski sanatçılarımızdan faydalandığımız kadar yeni ve modern sanatçılarımızdan da faydalanabilmemiz lazım. Onun yanı sıra şöyle bir konuya değinmek isterim. Kürt müziğinde binlerce anonim eser var. Batman’ın herhangi bir köyüne gittiğinizde bile çoğumuzun bilmediği onlarca anonim eserle karşılaşabiliyorsunuz. Hiç bilinmeyen bir şarkıyı insanlara sunmama mantığı gerçekten beni üzüyor. 

Peki, bu müzik anlayışını Batman’da yaşatmaya çalışırken veya bu müzik anlayışıyla Batman’da yaşamaya çalışırken ne tür zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

Ben bu şehirde müzikle uğraşmak için çok çaba sarf ettim. Çok zorluklar çektim. Ama hiç bir zaman kendi ilkelerimden, kendi düşüncelerimden vazgeçmedim. Bana göre sanatçıların zorluklarla karşılaşmaları da normaldir. Özellikle bu şehrin böyle bir yönü var. Bir şey yapayım da insanlar beni anlasın düşüncesi çok çabuk yerini bulmuyor.  Sanatçının kendini bu şehirde kabul ettirebilmesi için belli zorluklar görmesi gerekiyor. Mesela kendim için söylüyorum. Batman’da yaşayıp Batman’da müzik yapıyorum ama başka şehirler daha çok sahipleniyor beni.  Batmanın kozmopolit bir yönü var.  Şehrin kendisinden kaynaklanan bir durumdur bu. Şehir çok yeni ve belli bir sanatsal anlayışı oturmuş değil. Mesela bizim güzel bir konser salonumuz bile yok. Ben bu bölgedeki salonlarda verdiğim konserlerle tatmin olmuyorum. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum; Bu coğrafyada düğün salonları ve konser salonları nedense aynı. Konser salonlarının ayrı, düğün salonlarının ayrı olması lazım. Konserlere gelen insanların müzik dinleme havasına girmesi lazım. Bu da düğün salonlarında mümkün olmuyor. Bölgedeki birçok konserimizi düğün salonlarında vermek zorunda kalıyoruz. Eminim ki bu durum dinleyicileri de rahatsız ediyordur. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Düğün salonlarıyla konser salonları bir olamaz.

Bu anlamda unutamadığınız bir konser var mı?

Almanya da bir konser vermiştim. Zaten salonun isminden insan büyüleniyor. Mozart salonu diye bir salondu. Daha sonra Van’da çok güzel bir konser oldu. Bir de en son Viranşehir konseri çok güzel geçti. Gerçekten müzik dinlemek için gelmişti insanlar.

Hîvron bu müzik serüveninde nasıl varoluyor?  Sıkıntıları nasıl atlatıyorsunuz? Geleceğe yönelik hedefiniz nedir? Hedeflerinize ulaşmak için ne kadar çalışıyorsunuz, nasıl çalışıyorsunuz?

Bu beş yıl konuşulabilecek bir konu. Biraz da kendi duygularımı tatmin etmek peşindeyim. İnsanın düşüncesi ona şekil verir. Güzel şeyler düşünürsen, güzel şeyler yaratabilirsin. Beni son zamanlarda heyecanlandıran şey bahsettiğim üçüncü albüm projesidir. Bunu gerçekleştirmek için çalışıyorum. Ancak bu şekilde cevaplayabilirim bu soruyu.

Kendi müzik tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Tarzınız nedir?

Az önce de bahsettim. Müziğimin sentez bir yönü var. Benim illa şu tarzı yapacağım, şu tarzda şarkı söyleyeceğim diye bir düşüncem yok. Duygularım beni neye yönlendiriyorsa öyle gidiyorum. Yarın çok farklı bir albümle de çıkabilirim ortaya. Zaten bana göre biraz da öyle olması lazım. İki albüm arasında farkın olması lazım. Bizim çok şey yapmamız lazım. Özellikle müzik alanında. Çünkü, çok fazla müzik tarzı var yeryüzünde. Bu tarzları kendi müziğine yansıtmamak yanlıştır. Hepsini çalışmamız bilmemiz, tanımamız gerekir.  Şarkı söylerken duygularım hangi tarzı söylememi istiyorsa o tarzda söylüyorum.

Yani bir kalıp içinde sıkıştırmıyorsunuz...

Sıkıştırmak istemiyorum daha doğrusu. İlla şu tarzda müzik yapacağım düşüncesi yanlıştır bana göre. Bu coğrafyaya çok tarz lazım. Bu coğrafyadaki müziğe bakış açısını değiştirmek için farklı tarzlarda da müzik yapılması şarttır. Çok etkilendiğim bir adam var. Hindistanlı Nusret Ali Fatirhan. Belli bir yere kadar albümleri aynı tarzdır. Hindistan’da odalar vardır, müzik odaları. Onun canlı performanslarını dinlediğimde, hiç bir konseri bir diğerine benzemiyor. Adam kendi duygusunu yansıtıyor şarkıya. Mesela ben bir eseri daha önce çaldığım gibi çalamam. Bablîsok’u çaldığım zaman şarkıya farklı bir şeyler katmak geliyor içimden. Albümdekinin aynısını okumak istemiyorum. Çünkü belli bir yerden sonra bu durum sıkıyor insanı. Hep aynı, hep aynı. Ki zaten insanın duyguları da sürekli değişiyor ve şarkılardaki duyguların da değişmesi lazım. Müzikle uğraşan insanın kendi duygusuna önem vermesi lazım. Ancak kendi duygusu onu müzikle bütünleştirebilir.

Takipçileriniz için üçüncü albüm hakkında bilgi verir misiniz?

Çalışmalar başladı. Yaklaşık 4 – 5 aydır metin üzerinden çalışıyorum. Üçüncü albümün gerçekten çok güzel bir şey olmasını istiyorum. Bu yüzden sürekli çalışıyorum. Diğerlerinin devamı olmasını istemiyorum. Diğerlerinin devamı olursa ne beni tatmin eder ne de dinleyicilerimi tatmin eder. Önüme koyduğum bir buçuk senelik zaman zarfında albümü bitirmeyi düşünüyorum.

Üçüncü albümde dinleyiciler neyi görecek? Neyi beklesinler?

Umuyorum ki elde edeceğimiz çalışma hem onları hem beni mutlu edecek.

Somut bir şey?

Somut bir şey söylemek istemiyorum şu an için.

Son olarak bir şey eklemek ister misin?

Bu güzel ve güneşli havada sizinle sohbet etmek güzeldi. Tüm okuyucularınıza selamlarımı gönderiyorum. Duruş gazetesine basın hayatında başarılar diliyorum.

Bizde röportaj talebimize kısa sürede cevap verip bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz. Hîvron’a müzik hayatında başarılar diliyoruz.

Melayê Cizîrî-Sebahul xeyrî ya xanim

Ji Dîwana Melayê Cizîrî --(Mela Ceziri Divanı) 

Sebahul xeyrî ya xanim

Sebahul xeyr xana min,şehî şîrîn zebana min
Tuyî ruh û rewana min,bibit qurban te canê min

Tatlı dilli sultanım hayırlı sabahlar sana
Ruhum ve canımsın feda olsun bu can sana

Te alellah çi(h)zatî tu çi(h) wî şîrîn sifatî tu
Ne wek qend û nebatî tu yeqîn ruh û heyatî tu

Hayret içerisindeyim güzelliğinin ve tatlı sıfatlarının karşısında
Ruhum ve canımsın en tatlı şeker ve nebat tatsız kalır yanında

Heyat û reheta can im"sebahul xeyr ya xanim!"
Were bînahiya çavan bibînîm bejn û balayê

Hayatım ve rahatım olan sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün nuru(aydınlığı ) seyredeyim selvi boyunu senin

Sebahul xeyrî mesta min,letîfa cam bi desta min
Xumar û meyperesta min,tuyî meqsûd û qesta min

Hayırlı sabahlar sana ey kadehi elinde sekranım benim
Mey düşkünü mahrumum, son ereğim ,maksudum benim

Ji meqsûdan tuyî bes min bibin ber çerxê etles min
ji xeyrê te nevêt kes min bi reş toz in muqewwes min

Dokuzuncu semaya da çıkarsalarda beni, maksudum sensin benim
istemem gayrını, siyah kaşlarınla sen yetersin bana

Di benda zulfê çewkan im "sabahul xeyrî ya xanim!"
Were bî nahiya çavan bibînim bejn û balayê

Ey zülfünün tutsağı olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyrdeyim selvi boyunu senin

Were pêşber Melayê xwe şehîd û mubtelayê xwe
Bi şefqet ke liqayê xwe bila nemrit bi dayê xwe

Aşkının şehidi ve mübtelası olan melaya bir kez olsun görün
Ölmesini istemiyorsan bir kez olsun acı da yüzünü göster ona

Li dîdara te heyran im "sebahul xeyrî ya xanim!"
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Seyrine hayran olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydığınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Heyat û reheta can im"sebahul xeyr ya xanim!"
Were bînahiya çavan bibînîm bejn û balayê

Hayatım ve rahatım olan sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün nuru(aydınlığı ) seyredeyim selvi boyunu senin

02 Temmuz 2013

Hivron Konseri


45.Tatvan Doğu Anadolu Fuarı ve Kültür Sanat Festivali
8 Temmuz Hivron Konseri

Dengbêjlik: Kürt müziğinin bir özgünlüğü

Dengbêjlik: Kürt müziğinin bir özgünlüğü

Kürt halk müziği dendiğinde ilk akla gelen dengbêjlerdir. Bu da sebepsiz değil elbette. Çünkü dengbêjler ile dengbêjlik geleneği, Kürt müzik tarihinde özel ve özgün bir yere sahiptir. Kökleri Kürt halkının tarihi geçmişine dek uzanan dengbêjler, sadece şarkıcı olmayıp kültür ve sözlü edebiyat taşıyıcılarıdırlar. Onlar tarih yolcusu olup güçlü bir belleğe sahiptirler. Toplumsal hafızadırlar. Bizlerin Homeroslarıdır onlar.

Dengbêjler aynı zamanda destan anlatıcısı, masalcı, vakanüvis, şair, bestekar ve de müzik eserleri üreticisidirler. İnsana dair ne varsa, yaşamda olup biten her şey eserlerinin konularını oluştururlar. Yaşananları ise kendilerine özgü bir biçimde kurgulayarak kitlelere sunar denbêjler.

Diyar diyar gezerler, derlemeler yapıp dağarcıklarını doldururlar. Sonra da onları kendi memleketlerinde veya başka yörelerde söylerler. Bu edimleriyle de eserlerin bütün yurtta yayılmasına vesile olurlar. İşte bundan ötürü, sözlü tarihimiz biraz da dengbêjlere borçludur.


Her ne kadar bugün dengbêjlik kurumu hakkında yeterli ve de derinlikli bilimsel çalışmalardan yoksun olsak da, dengbêjliğin günümüze kadar sürmüş olması nedeniyle bu konuda az çok bilgiye sahibiz.


Güzel sesli gençlerin çırak olarak usta bir dengbêjin yanında uzun bir eğitimden geçtiklerini biliyoruz. Çırakların kendi üstatlarının hizmetlerine koştuklarını, her türlü işlerini gördüklerini dengbêjlerin anlatımlarından öğreniyoruz. Bu durum çırakların kendi repertuarlarını geliştirmelerine, şarkı, müzikli hikaye, destan ve diğer eserleri yeterince ezberleyene, hatta üstatlarının stilini öğrenmelerine veya kendine özgü bir stili yaratmalarına dek devam etmiş ve ancak ondan sonra dengbêj adayları üstatlarından icazet alabilmişlerdir.


Bu çıraklar her ne kadar üstatlarından icazet almış olsalar dahi onların iznini almadan bir mecliste, bir sıra gecesinde şarkı söylemezlermiş. Belirtmek gerekir ki bu divan ve meclisler de genellikle bir beyin, bir ağanın veya ileri gelenlerinki oluyormuş. Zaten Kürt mir ve beylerinin büyük çoğunluğu ünlü dengbêjlere sahipmiş, özel günlerde de bu dengbêjlerini birbirleriyle yarıştırırlarmış.


Dengbêjlerin ekseriyeti okur yazar değil; çoğunlukla erkek olmalarına rağmen, kadın dengbêjler de yok değil ve hatta birçok ünlü erkek dengbêji atışma ve yarışmalarda alt etmeyi de başarabilmişlerdir. Örnek olarak dengbêjlerin piri Evdalê Zeynikê ile kadın dengbêj Gulê’yi verebiliriz.


Dengbêjler ses ustasıdır. Enstrümansız olarak sanatlarını icra ettiklerinden dolayı, güçlü bir ses ve nefese sahiptirler. Dengbêj kılamları, genellikle düzenli bir ritme ve hece sayısına sahip değildir. Uzun mısraları peş peşe ve soluk almaksızın söyleyebilmeleri için de, ses kullanma tekniğine sahipler. Kılam söyleme esnasında nefessiz kalmamaları, uzun soluklu söyleyebilmeleri ve seslerini güzel bir şekilde kullanabilmeleri için, diyaframlarını çalıştırmışlar. Mesela, bunun için bir kamışla herhangi bir kapta bulunan suya üfleyerek, suda kabarcıklar oluşturuncaya dek üfleyip dururlarmış.


Dengbêj şarkı söylemeye başlamadan önce ya elini kulağına götürür ya da işaret parmağını kulak yoluna koyar. Bu şekilde seslerini kontrol edip yankısını dinlerler. Bugün ses sanatçıları sahnede monitörler sayesinde seslerini alabiliyor ve detone olmanın önüne geçip seslerini kontrol edebiliyorlar. Dengbêjler de bunun için, böylesi bir yönteme başvururlar.


Dengbêjler kafa sesiyle söyledikleri için, sesleri kısılmadan, düşmeden günlerce sanatlarını icra edebiliyorlar. Kürt destanlarını söylediklerinde, ki onlar müzikli hikaye formunda olup hem sözle hem de melodi olarak söylenirler, seslerini çok ustaca ve bilinçlice kullanırlar. Sesleri akıcı, tiz, dik ve çıngırak berraklığındadır. Gırtlakları güçlü olup temiz bir biçimde çığırırlar. Kısaca, işlerinin ağırlığı ses üzerinde olduğundan, onlar ses ustası ve ses kullanma üstatlarıdırlar. Sesle oynarlar, seslerini yükseltip alçaltırlar, yayarlar, kısıp açarlar. Seslendirdikleri eserin içeriğine uygun olarak ses renklerini değiştirirler. Seslerini dalgalandırıp gırtlak yaparlar. Aynı şarkıda hem pes hem de tiz sesi de kullanabiliyorlar.


Dengbêjler sanatlarını enstrümansız icra ediyorlardı, lakin yirminci yüzyılın başlarında, özellikle Erivan, Bağdat ve Tahran radyolarının Kürtçe bölümlerinin yayınlarıyla birlikte yeni bir ekol başladı ve dengbêjler de artık müzik enstrümanları eşliğinde eserlerini seslendirmeye başladılar. Buna karşın müzik enstrümanlarını kullanmama geleneği tamamıyla ortadan kalkmamış, bu geleneğe hâlâ sıkı sıkıya bağlı olanların sayısı da az değildir.


Son olarak bir hususu daha belirtelim. 70’li yıllardan sonra Kürt müziğinde bir gelişme yaşandı ve diyebiliriz ki Kürt siyasi hareketi kendi ses sanatçılarını (stranbêjlerini) yarattı, lakin her ne kadar bazı örnekler olsa da gönül rahatıyla kendi dengbêjlerini de yaratmıştır diyemiyoruz maalesef
Zana FARQÎNÎ

ZÊRÎN


ZÊRÎN
Zêrîn Zêrîn Zêrînê
Hawar medet Zêrînê
Zêrîna min delal e
Delala min delal e
Zêrîn Zêrîn Zêrînê
Hawar medet Zêrînê
Zêrîna di ava zêr de
Şeş baxîz din ava por de
Zêrîna min delal e
Delala min delal e
Paşa ji kerba bêhal e
Mirê min ji kerba bêhal e
Zêrîn Zêrîn Zêrînê
Hawar medet Zêrînê
Paşa rabû ji Mêrdînê
Esker rabû ji Mêrdînê
Çêkir xizima Zînê
Gotin û muzîk : Gelêrî
Herêm : Farqîn
Çavkanî : Êhsan Bilgiç
ZÊRÎN
Sarışınım altın renklidir
Havar medet sarışınım
Sarışınım güzeldir
Güzelim güzeldir
Sarışınım altın renklidir
Havar medet sarışınım
Sarışınımın altın suyundan
Altı altı tokası var saçlarında
Sarışınım güzeldir
Güzelim güzeldir
Paşa sevdadan halsizdir
Mirim dertten halsizdir
Sarışınım altın renklim
Havar medet sarışınım
Paşa Mardinden kalktı
Asker mardinden kalktı
Zînê nin hızmasını yaptı
Söz ve müzik: Anonim
Yöre: Silvan
Kaynak: Ehsan Bilgiç

ŞOX Û ŞENGÊ


ŞOX   Û  ŞENGÊ

Şox û şengê zuhrerengê , dil ji  min bir, dil ji min
Awirên heybet pilingê , dil ji  min bir, dil ji min

Nazikê şêrînkelamê, dêmdurê gerden şemalê
Çiçeka terhin î vala, dil ji  min bir, dil ji min

Sûrşêrînê nazenînê, kuştim û nakit yeqînê
Wê bi çengala evînê dil ji   min bir, dil ji  min

Ruhnîya çavên Mela ye ew teceliya te daye
Ya ji  Ehmed  dil rewa ye, dil ji   min bir, dil ji  min

Helbest : Melayên  Cizîrî
Muzîk : Nisret  ÎMÎR
 
CİLVELİM NAZLIM

Cilvelim, nazlım zühre renklim
Kalp hırsızım, kalp hırsızım

Güvercin heybetli bakışlım
Kalp hırsızım, kalp hırsızm

Nazlım, hoş sözlüm gerdan güzeli
Terhin çiçeği boş yanında 
Yürek hırsızm, yürek hırsızım

Dudak tatlısı nazlım
Öldürdün beni emin ellerde
Aşkın çengeli ile
Yürek hırsızm, yürek hırsızm

Mela?nın gözlerindeki aydınlıktır
Vermiş olduğun o tecelliyi
Ahmet?e yürek revadır
Yürek hırsızım, yürek hırsızm

Şiir: Melayê CIZÎRÎ
Müzik: Nasrettin ÎMÎR

HOTVÎN


HOTVÎN
Rûyê te çeleng e, lêvên te gulreng
Çavên te stran in,lê bêgotin û deng
Çavên xwe vedikî, roj derdikevin
Pora xwe vedikî, bihar dikenin
Di destên te de saz im, ranên min tar in
Xulamê te bûm ez ev hezar car in
Lêvên te bigul in, devê te şêrîn
Dengê te wek tîr e, maça te birîn
Ez bê te nikarim, canê min têşe
Bê te singjar dibim, jîna min êş e
Helbest: Kamûran Elî Bedirxan
Muzîk : Nasrettin ÎMÎR
HOTVİN
Yüzün çelenktir, dilin gül rengi
Gözlerin sözsüz ve sessiz bir ezgi
Gözlerini açınca güneş doğar
Saçlarını açınca bahar güler
Ellerinde saz ım ben, kalçalarında tar
Kulun kölen idim ben, bak binlercedir
Dudakların karanfildir ağzın bal tatlısı
Sesin oktur busen yara
Sensiz yapamam canım sancır
Sensiz gögüs kafesim zavallı, yaşamım ağrır
Şiir: Kamuran Elî BEDÎRXAN
Müzik: Nasrettin ÎMÎR

HER ŞAKÊ


HER ŞAKÊ
Her şakê şakê şakê
Eynik dani şibakê
Qiza mala kê pakê
Ez û wan destbirakê 
Min dît li gir fitilî
Te dît li gir fitilî
Eynik danî xemilî
Xwezika min gewra xwe bidîta
Li ser kewna ewilî
Min dît li pacê mêze kir
Te dît li pacê mêze kir
Sê zeriyan av li xwe kir
Zeriya piçûk ya min bû
A min bû Xwedê nekir
Gotin û Muzik : Gelêrî
Herêm : Farqin
Çavkanî : Nasrettin İMİR
VAY ŞAKÊ

Vay şakê, şakê şakê
Ayna bıraktı pencere önüne
Hangi evin kızı dilber ise
Ben o eve kardeş olurum
Gördüm dağcıktan döndü
Sen de gördün mü gördüğümü
Aynayı bıraktı makyajlandı
Keşke!!!
Yarimin ilk gençliğini görebilseydim
Gördüm, pencereye baktı
Sen de gördün mü gördüğümü
Üç tas suyla duruldu
Minik zerya benimdi
Benimdi
Allah istemedi
Söz ve müzik: Anonim
Yöre: Silvan
Kaynak: Nasrettin İMİR

HEMA BÛ TOZO


HEMA BÛ TOZO
Hema bû tozo hema bû tozo
Meydana Şaxê hema bû tozo
Mehîn kumêt e cahnîk  reş-bozo
Mehîn kumêt e cahnîk  reş-bozo
Şêrê sor kuştin xaniye Golozo
Wa hûr de rabe wa hûr de rabe
Meydana Şaxê wa hûr de rabe
Wê lê digeriyabûn kurik û bav e
Wê lê digeriyabûn kurik û bav e
Kuştin Evdokê guhar şerab e
Kuştin Evdokê guhar şerab e
Wa hûr tengîn e wa hûr tengîn e
Meydana Şaxê wa hûr tengîn e
Lê digeriyabûn cahnîk û mehîn e
Kuştin Evdokê guhar zêrîn e
Kuştin Evdokê guhar zêrîn e
Hema bû tozo hema bû tozo
Meydana Şaxê hema bû tozo
Şêrê sor kuştin xaniyê  Golozo
 Gotin û muzîk : Gelêrî
 Herêm : Cizîra BOTAN
 Çavkanî : Leyla Hamida
 DELALÊ DILÊ MIN
Delalê dilê min delalê dilê min lo tirên hato
Weyla delalê dilê min delalê dilê min lo tirên hato
Weyla delalê dilê min delalê dilê min lo tirên hato
Hey lê lê lê lê …  heyla jaro dilo weylo
Heyfika in tê ji wê heyfê
Heyfika min nayê ji wê heyfê
Çawa çavê reş i belek ketiye bin kendalî axê heyla jaro dilo weylê
Heylê  lê lê lê  lê ….. heylê dinya pûç e weylê
Gotin û muzîk : Gelêrî
Herêm : Cizîra Botan
Çavkanî : Leyla Hamida
                
BİRDEN TOZ OLUVERDİ
Birden toz oluverdi birden toz
Şaxê’in meydanında birden toz oluverdi
Beygir fört nalla
Tayı siyah –beyaz
Beygir dört nalla tayı siyah-beyaz
Goloz’un reisi kırmızı aslanı vurdu
O taraftan
O taraftan kalkar
Şaxê’nın meydanı o taraftan kalkar
Arayanlar baba ve oğuldu
Arayanlar baba ve oğul
Evdokêyî vurdular küpesi şarap renkliydi
Evdokêyî vurdular küpesi şarap renkliydi
Orda kırıntıları sıkıntılı, orda kırıntıları
Şaxê’nin meydanı çok sıkıntılı
Beygir ve tayı arıyorlardı
Altın küpeli Evdokêyi vurdular
Altın küpeli Evdokêyi vurdular
Birden toz oluverdi birden toz
Şaxê’nin meydanı birden toz oluverdi
Golozun reisi kırmızı aslanı vurdu

YÜREĞİMİN YİĞİDİ

Yüreğimin yiğidi
Sevdiğim bak tren geliyor
Ah sevdiğim bak tren geliyor
Vah sevdiğim bak tren geliyor
Hey vay vay vay
Hey vay vay vay
Yüreğime yazık
Üzülürüm o üzüntüye
Üzülmem ben başka üzüntüye
Nasıl olur da kara gözlüm dağın altında kalır
Ah yazık yazık yüreğime
Vah vah vah yüreğime
Vay böylesi dünyaya
Söz müzik: Anonim
Yöre:  Cîzre
Kaynak: Leyla hamida

HEBHINARKÊ

HEBHINARKÊ
ji wê şeva bişewbê
bêna firikên şewitî dihat ji çolê
çend xarên min winda bûbûn li newala waweylê
destmêja te û janê ji hevdu naşikê
hebhinarkê !...
min ji te re got nexeyide ji wê çîrokê
wê gewriya te dil bide kêrê
li kerbelayê
belê delalê
li çaraliyê çefiya min
diçirûse şûna şûrê şilfîtazî yê iskenderê mezin
kulora şahmeran e egala li serê min
ev kitana çendan e te li xwe şikenandiye hebhınarka min
ne sûcê te ye ,
ew mîratê kewan l ime nehatin
li çiyayê şengalê,
komek xenzîr teyrê tawiz ji xwe re biraştiye
perîkên wî digirîn li dewsê
tu hogirî van perîkan bûyî hebhinarka delalî
bi cizbê ketin hêsirên te yên firyali
li ser goleke mêşinî
ji bo ku ez bi serê xwe dakim,
ez ê dojeh bi dojeh li xweliya hestiyên te bigerim,
hebhinarkê; teşiya bê,
destara berfê,
berîvana baranê,,,
Helbest: Rênas Jiyan
Müzik : Nasrettin İMİR

DERYAYA XEYALAN


DERYAYA XEYALAN                                             
Dilê min  îşev li ser hespekî rewa ye, dibeze
Carinan dikeve deryayên xeyalan
Û carinan di tenêtiya xwe de dimîne
Bayê dilê te min digihîne hêviyên bêçare
Tenêtî dimîne ji evîna vê şevê re
Lê ne tenê ne qesrên şibakên vî dilî
Di dil de tenêtiya te hembêz dikim
Çavên te
Tên deryaya vî dilî
Min ji bêçarebûnê xelas bike
Gotin û muzîk : Nisret ÎMÎR

HAYALLER DERYASI
Gönlüm bu gece asil bir atın üzerinde,koşuyor
Bazen hayallerin deryasına düşüyor
Ve bazen  kendi yalnızlığında kalıyor
Yüreğinin rüzgarları çaresiz umutlara yaklaştırıyor beni
Yalnızlık kalıyor bu gecenin aşkına
Fakat yalnız değil yüreğimin sarayları
Yüreğimde yalnızlığına sarılıyorum
Gözlerin
Geliyor yüreğimin deryalarına
Beni çaresizlikten kurtarıyor
Söz ve Müzik : Nasrettin İMİR

BAJARÊ ÇAVÊN TE


BAJARÊ ÇAVÊN TE 

Di bajarê çavên te de me 

Li sikaka bihên te digerim 
Niha jî li ber deriyê dilê te me 
Derî veke, çavê min 
Niha jî li ber deriyê dilê te me 

Bêkes im bêçar im 
Dirêjî min bike destê xwe 
Di xeyalan deme 
Zanim tu ne li vî bajarî yî , yarê 

Gotin û muzîk : Nasrettin İMİR 

GÖZLERİNİN ŞEHRİ 


Gözlerinin şehrindeyim

Kirpiklerinin sokaklarında geziyorum 
Şimdi de gönlünün kapısındayım
Kapıyı aç, gözüm
Şimdi de gönlünün kapısındayım 

Kimsesizim, çaresizim
Uzat bana elini
Hayallerdeyim
Biliyorum bu şehirde değilsin sen,
yarim 

Söz ve Müzik:Nasrettin İMİR

Sesli Öyküler, “Mustafa açlıktan, yorgunluktan titriyordu” Beyaz Pantolon – Yaşar Kemal

Sesli Öyküler, “Mustafa açlıktan, yorgunluktan titriyordu” Beyaz Pantolon – Yaşar Kemal


Yaşar Kemal’in öykülerini derlediği eseri Sarı Sıcak, 1955 yılında yayınlandı. Yazarın öykü dalında verdiği bu ilk eser yazarın daha sonra verdiği baş yapıtlarından İnce Memed’den önce yazarın Türkiye ve dünyaca tanınmasını sağladı.
Çoğu Çukurova’da geçen öykülerden oluşan Sarı Sıcak, Anadolu insanının çevre koşulları, hastalık, açlık, yokluk ve yoksulluk içinde verdiği yaşam mücadelesini konu alır. Anadolu halkının yokluğa, açlığa, unutulmuşluğa karşı verdiği insanüstü mücadelesini anlatır. Sıcağın ve sefaletin ortasında kalan bir avuç insanın hayatla aralarındaki ince bağa sımsıkı sarılışlarının ve hayatta kalma çabalarının dramı yirmi iki hikayede dile getirilir. Birçok yönleri ile bu insanların duygularını, iç dünyalarını, gündelik yaşamın zorlu sıradanlığı içindeki yaşam kavgasına ışık tutuyor. 
Kitap ismini içinde geçen Sarı Sıcak isimli bir öyküden alır.
Beyaz Pantolon
Yazan: Yaşar Kemal
Seslendiren:  Köksal Engür


Kemal in yazım stili yalın ve çarpıcı; köylülerin ağzından bütün insanlık adına konuşuyor.
Publisher s Weekly, (A.B.D.)
Korkunç bir duyarlık ve acımasız bir şiir…
Observer, (İngiltere)
Sadelik ve dürüstlükle anlatılan bu öyküler insanın belleğine kazınıyor.
The Milwaukee Journal, (A.B.D.)
Yoksulluk, boş inanlar, sinekler, toz, ölümüne çalışma, uçsuz bucaksızlık, bitkinlik, yabanlık, yılmazlık.(…) Çaresizlikten doğan acıma ve duyarlığın evrensel boyutları.
The Guardian, (İngiltere)
Köylülerin sefaletini ve sosyal eşitsizliği dile getiren kitaplarıyla Yaşar Kemal, Türkiye deki son üç kuşağı en derinden etkileyen yazar.
Neue Zürcher Zeitung, (İsviçre)
 Yaşar Kemal
Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu olarak aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan bir aileden dünyaya geldi. Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde sadece Kürtçe köyde ise Türkçe konuşurdu. Ailesi, Birinci Dünya Savaşı’ndan dolayı Adana’nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün Gökçedam) köyüne yerleşti. Beş yaşındayken, babasının camide öldürülüşüne tanık oldu.  Orta okul döneminde çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı.
Sesli Öyküler, “Mustafa açlıktan, yorgunluktan titriyordu” Beyaz Pantolon – Yaşar Kemal
Sanat hayatı
1978 yılındaki yaptığı bir söyleşide sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle işe koyulduğunu ve okula başladığında “yaşlı halk şairleriyle çakıştığını” anımsadığını belirtti. İlkokulun son sınıfındayken arkadaşı Aşık Mecit, çok iyi saz çalarken kendisi annesinden ötürü sazı “berbat” çalmaktaydı. Bunun nedenini şu sözlerle dile getirdi:
“Benim saz çalamamamın sebebi var, anam aşık olacağım da diyar diyar dolaşacağım diye saza, aşıklığa düşman olmuştu. Onun tek çocuğuydum ve gözünden ayırmıyordu beni. Okulda, düğünlerde bayramlarda beni hep Aşık Mecitle çakıştırırlardı. Aşık Mecitle Kadirlide bir kahvede bir gece sabaha kadar çakıştığımı şimdi iyice anımsıyorum.”
Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başladı ve 1940-1941 yılları arasında Çukurovadan ile Toroslardan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan Ağıtlar, Adana Halkevi tarafından 1943 yılında yayınladı. 1944 yılında ilk hikâyesi Pis Hikâye’yi yayınladı. Bunu, Kayseri’de askerlik yaparken yazmıştı. Bebek, Dükkâncı, Memet ile Memet öyküleri 1950′lerde yayımlandı.
Kemal Sadık Göğceli adı ile çeşitli yayımlarda yazarken Yaşar Kemal adını Cumhuriyet gazetesine girince kullanmaya başladı. 1952 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı olan Sarı Sıcak’ta da yer alan Bebek öyküsü burada tefrika edildi.
1947′de İnce Memed’i yazdı fakat yarım bıraktı ve 1953-54 te bitirdi.  Romanı yazma nedeni eşkiya olan ve dağda vurulan amcasının oğlunun vurulması olduğunu 1987 yılındaki bir söyleşisinde belirtti. Ayrıca aynı söyleşide, çocukluğunun eşkiyalığın içinde geçtiğini, dayısının “en büyük” eşkiyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936′lara kadar beş yüze yakın eşkiya bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşı’nda Kadirli’yi ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu söyledi.  Remzi Bey’in kendisine, ilk İnce Memed hikayesinde “Çakırdikeni” diye yer alan diken hikâyesini anlattı ve Yaşar Kemal’le “eşkıyalığın felsefesini” yaptı.
Yaşar Kemal’in dünyada ilk kez yayımlanan eseri, Bebek öyküsüdür ve önce Fransızcaya, sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya, Romenceye ve diğer dillere çevrildi.
Kitaptan bir bölüm
Çocuk: Anam, dedi, anam, yarın sabah gün ışımadan uyandır beni.
Gene uyanmazsan
Uyanmazsam iğne sok etime. Saçlarımı çek. Döv beni.
Soluk yüzlü, ince kadının kara gözleri sevinçli bir ışıltı içinde kaldı.
Ya gene uyanmazsan
Öldür beni.
Kadın var gücüyle çocuğu kucağına alıp, bağrına bastı.
Cannn! dedi.
Uyanmazsam… Çocuk düşündü. Birden: Ağzıma biber koy, dedi.
Anası yeniden, aynı sevecenlikle, gözleri yaşararak onu bağrına basıp öptü.
Çocuk boyuna yineliyor:
Bak uyanmazsam ağzıma biber koy ha!..
Ana: Can! diyor.
Biber çok acı olsun.
Şımarıyor, tepiniyor, ara vermeden boyuna haykırıyor:
Acı biber, kırmızıbiber… Bir yaksın ki ağzımı… Bir yaksın ki… Hemencecik… Hemencecik uyanayım.
Anasının elinden kurtuluyor, o hızla çardağa çıkıp yatağa giriyor.
Bunaltıcı bir yaz gecesi… Gökte tek tük soluk yıldızlar, kocaman, testekerlek bir ay… Yatak ekşi ekşi ter kokuyor.
Yanına yönüne dönüyor. Sonra bir karar: Sabaha kadar uyumam. Seviniyor. Sabahleyin, anası Osman, der demez, hemen kalkıp boynuna sarılacak. Nasıl da şaşacak bu işe anası! Yatağın içinde sevinçle hopluyor. Sevinci bir an sönüverip, içine korku giriyor: Ya uyursam. Kendi kendine hep yineliyor: Uyumam. Uyumam, işte. Neden uyuyum Ne var uyuyacak
Az sonra anası gelip yatağa, yanına uzanıyor. Okşuyor:
Yavrum, diyor, uyudun mu
Osman hiç mi hiç ses çıkarmıyor. Anası kucaklayıp öpüyor. Osmanın içinden ılık ılık bir sevgi, aşka, dostluğa benzer ağlatıcı bir şeyler geçiyor. Sabahı bekliyor. Anası nasıl şaşacak. Aklı fikri, sabahleyin hemencecik uyanıp nasıl şaşırtacağında.
Ana uyumuş, Osman yatakta dönüyor. Gözkapakları ağırlaşıyor. Osman kendini öyle kolay kolay bırakmıyor.
Bir an kalkıp derin derin soluk alan anasının yüzüne bakıyor. Yüz, ay ışığında bembeyaz parlıyor. Örgülü gür saçlar, şimdi daha kara görünüyor. Örgülü uzun saçlar, yastığın beyazlığında çöreklenmiş. Örgülerde pırıltı. Uzun zaman saça, bembeyaz yüze bakıyor. Sonra başı ağırlaşıp yastığa düşüyor.
Sarı Sıcak
Yaşar Kemal, 1952

Hivron - Bablîsok

BABLÎSOK 

Bablîsokên vî bajarî 
Êşên xemgini ya min 
Nêzîkî min dikin dîsa 
Dil çemê kulan e 
Xem tu yî, xemrevin tu yî 
Car caran çavên te 
Car caran jî bablîsok 
Min dikujin 

Sibe ye zu, mêvanê dilê min 
Xemgînî ? 
Di qeraxa vî dilî de 
Hêvî sermest bu ne 
Car caran çavên te 
Car caran jî bablisok 
Min dikujin a

Gotin û muzîk : Nisret ÎMÎR 

RÜZGAR ( HORTUM ) 

Hüzünlerimin acısını 
Yakınlaştırıyor bana yine 
Gönlüm acılar nehri 
Hüznüm sen, sevincim sen 
Bazen gözlerin 
Bazen de rüzgarlar 
Öldürüyor beni 

Sabah erkenden gönlümün misafiri 
Hüzün ? 
Gönlümün kıyısında 
Umutlar coştu yine 
Bazen gözlerin 
Bazen de rüzgarlar 
Öldürüyor beni 

Söz ve Müzik : Nasrettin İMİR

01 Temmuz 2013


Hivron Çok Yakında Yeni Albümü İle Sizlerle....

Güncel Başlıklar

Social Icons

Featured Posts